GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Mutfak masası
Beni buradan kim kurtaracak? Hiç kimse; yalnızsın sen… Hiç kimse, yalnızım ben… Yalnızlık garip bir şekilde süzüldü hayatıma. Yapılacak tüm işler birden bitiverdi...

Masanın tam da kenarına nasıl da bastım... Üst raflardaki uzanamadığın her şeyi masaya çıkıp kendi başına alırım, her işin üstesinden tek başına gelirim sanıyorsun. Ne büyük yanılgı… Kafanı da çarptın dolaba, bir de yarıldıysa bak bakalım olacaklara. Şu masayı üzerimden bir kaldırabilsem. Kaldırırsın kaldırırsın. Sen her şeyi başaracak kadar güçlü bir kadınsın. Kollarımı neden kıpırdatamıyorum acaba? Başımın arkasındaki ağrı da çok fena. Sanki koskocaman bir bando takımı var orada. Saksafon neyse de davullar biraz daha yavaş çalsa. Masayla kurduğumuz bu yakın temas çok sıkıcı. Kendi boyadığım turunculara, sarılara, yeşillere bakmak da şaşırtıcı. Üzerine çizdiğim güneş desenindeki tüm hataları fark edecek kadar burun burunayız… Düşerken masanın kenarını tutmamış olsam bu pek sevimli eşya ile bu derece samimiyet kurmak zorunda kalmayacaktım.

Beni buradan kim kurtaracak? Hiç kimse; yalnızsın sen… Hiç kimse, yalnızım ben… Yalnızlık garip bir şekilde süzüldü hayatıma. Önce bir dost gibiydi; ara sıra bir araya geldiğim ve doyamadan ayrıldığım bir dost. Gizli bir sevgili gibiydi ya da; kaçamak bakışmaların, kimseye açıklanamayan buluşmaların tadı vardı birlikteliğimizde. Kalabalığın içine karıştığımda hep bu anları özlerdim, tek başına kalınacak gizli anların hazzını yaşardım. Gerçekten tek başına kalana kadar...

Sessizliğin tüm sesleri açığa çıkarttığını fark ettim önce. Bir çaydanlıktan bu kadar ses çıktığını, sokağın tüm seslerinin aslında evin içinde yankılandığını, ayak seslerimin küçük bir orkestra oluşturduğunu, buzdolabının motor sesinin beni yerimden sıçratabildiğini, damlayan bir musluğun ise kesinlikle eve girmiş birinin ayak sesleri olduğunu ilk kez fark ediyorum.

Yalnızlık garip bir şekilde süzüldü hayatıma. Yapılacak tüm işler birden bitiverdi. Koşturarak eve gelmeler, evi özlemeler azaldı. Güzelliği belki de özlenmesinde olan her şey şimdi tuhaf bir sinsilikle sırıtıyor bana…

Yalnızlığını sonunda masaya da olsa itiraf edebilmen oldukça manidar… Kafanın arkasındaki orkestra sustu galiba, bu kadar detaylı düşünebildiğine göre… Beynim fışkırmaya hazır bir volkan halindeyken düşündüklerim ürkütüyor beni. Acaba kanamadan olmasa da delirerek ölmem mümkün mü? Delirerek ölmek mi? Bu senin için mümkün olamaz, sen ancak akıllanarak ölebilirsin çünkü oldukça uzun zamandır deliliklerinle tanınıyorsun.

Masam, canım masam… 20 yıldır hayatımdaki değişmeyen eşyam… Ne çok anım saklı üzerinde… Kenarlarını kestirdim, üzerini rengârenk boyadım, boyadığım yerlere desenler yaptım, üzerinde yaşananların izlerini kapatamadım.

Sabah uykulu gözlerimin mahmurluğuna, hazırlanan kahvenin kokusuna tanıksın en fazla… Ne zaman başladım bu kadar kahve içmeye ben? Ne zaman olacak, İlhan'ın doğduğu sene… Doğru… Zor bir bebekliği oldu oğluşumun. Yaklaşık altı ay uyku yüzü görmedik. Uykuya daldığı kısacık zamanlarda koyu bir kahveyle ayılmaya çalışırdım. İlhan'ın Almanya’da yaşayan amcası, kaynanama bir kahve makinesi getirmiş. Onlar kullanmayınca bize vermişlerdi, filtre kahve içmenin keyfi başkaydı. Kahve kokusu ortalığa yayılırken işleri hızlıca hallederdim, sonra sandalyeye tüneyerek oturur, fincanı yanağıma yaklaştırarak sıcaklığın vücuduma yayılışını hissederdim. Sonra, konudan konuya atlamaya hazır zihnimi rahat bırakır sessizliğin tadını çıkarırdım masamın başında.

Kolum çok ağrıyor. Oynatmaya çalışmak durumu daha da kötü yapıyor herhalde. Aslında çok üzülüyorum sana, korkudan çıldırdığın arabalardan birinin altında kalacağına kıytırık bir mutfak masasıyla yaşadığın bu hâl içler acısı. Haklısın; evde kaza geçireceğimi düşünmedim şimdiye kadar. Güzel masam, bu yaptığın oldu mu? Beni bu kadar savunmasız yakalamak yakıştı mı sana? İşte başladın gene, zaten bir masayı arkadaşı belleyen kadından ne hayır gelir dünyaya.

Savunmalı ve savunmasız anlarımın en yakın tanığısın sen aslında. Sevda sözlerinin salatalara karıştığı akşamların, yoldan gelenleri beklediğim uzun gecelerin, yolcu ettiklerim için döktüğüm gözyaşlarının, çaylı sigaralı dost sohbetlerinin, terkedilişimin, sulu sepken gözlerimin, soluğumu kesen kahkahalarımın, fırlattığım bardakların, özenle dizdiğim tabakların, yeni denediğim mezelerin, renkli pastalarımın, vişne şarabına hayran oluşumun, lavanta kokularının, okunan kitap kenarlarına düştüğüm notların, heyecanlarımın, kederlerimin, umutlarımın yani büyümemin…

Bu masadan kurtulmalıyım. Canımın acısına aldırmadan onu üstümden kaldırmalıyım. Bu sesi durdurmalıyım. Kendinden kurtulmak kolay mı? Kendini susturmayı başarabilir misin? Bunca yıl içinde büyüttün beni, söküp atabilir misin?
...
Askıya alınan kolum ve kafamdaki tuhaf sargıyla yürürken, insanların dönüp acıyan gözlerle bana bakmasına aldırmıyorum. Duyduğum fren sesi bile irkiltmiyor artık beni. Havanın dondurucu soğuğuyla üşümüyorum, derin nefesler alıyorum, büyük adımlar atıyorum, büyük adımlar atıyorum, büyük adımlar, büyük…

01.03.2013 / Ankara

Öykünün yazarı Esen Gümüşçü kimdir? 
1970 Zonguldak doğumlu. Peyzaj Mimarı. Aynı zamanda Drama lideri. 1997 yılından beri öğretmenlik yapıyor. 2009 yılında Uğur Mumcu Vakfında katıldığı yazma seminerinin ardından Cemil Kavukçu ile öykü atölyesine devam etti. Halen Çiğdem Ülker ile yazma çalışmalarına devam ediyor ve düzenli olarak yazmaya çalışıyor.

İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Postal

Postallar düşüyor aklıma, kara postallar, derisi çatlamış, çatlakların arasında kurumuş çamur ve pis...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Issızda

‘Yıllardır iki kuruşu denkleyip bir araba almayı becereme, elinde ne varsa boşanmaya razı edeceğim d...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Ölü kadından mektup

“Saçlarımı mı değiştirmek aslında kızımla aramızda geçen bir espriydi. Tezer’in yeni bir kitabı bası...