GÜNÜN KİTABI: Ne zaman ki içime kurt düştü
“Evet... Kadın olmaktan doğ(urul)an sorunlarımız var ve bunlar ancak kadın kadına verilecek bir savaşımla tam anlamıyla aşılabilir.”

İnsan düşünen bir varlıktır, kadın ise daima farklı ve çok yönlü düşünebilen bir varlık. Kimilerine göre doğuştan elde edilmiş bir yetenek olarak görülen bu ayrıntılı düşünebilme özelliği, bazılarınca da gereksiz ve anlamsız takıntılar çemberi olarak algılanagelmiştir çoğunlukla.
Ünlü Milgram deneylerini bilirsiniz. Hani otoritenin insana neler yaptırabileceğini bilimsel olarak ortaya koyan, bir dönem hakkında bir hayli yazılıp çizilmiş olan deneyler... ‘80’li yıllarda ülkemizde de başında Ezel Akay’ın bulunduğu bir ekip tarafından uygulanıp, elde edilen şaşırtıcı sonuçlar Nokta dergisi tarafından yayınlanmış.
Demem o ki, korku kültürü ile yetiştirilen bir toplumda hele ki kadınsanız, düşünmek için çok vaktiniz var demektir. Yıllarca çeşitli otoriteler eliyle susturulduğumuz için belki de yegâne özgürlüğü düşüncelerimizde bulduğumuzdan bu sözde “yetenek” zorunlu bir sonuç olarak gelişmiştir, kim bilir...
İçine kurt düşen kadın günlük hayatta neler yapar? Gece ansızın kalkıp pencereleri kontrol edebilir örneğin. Evden çıkar, hiç üşenmeden en uzak mesafeden bile olsa geri dönüp ocağı kapatıp kapatmadığından emin olmak ister. Anahtarı yanına alıp almadığını, çocuğun üstünü örtüp örtmediğini...vs... hep “kontrol” eder. Bu refleks sosyal hayatta, özellikle gelişmemiş toplumlarda şiddetini biraz daha artırarak, kadını önce ciddileşmeye ve nihayet erkekleşmeye zorlamakla kalmayıp, çeşitli şekillerde yüceltilegelmiştir de... Daha birey olduğunu ispatlamaya çalışan kadının başına yeni bir çorap örülmüştür böylece: Kadınlığını kabul ettirme savaşımı... Ama kadınız işte; düşünmeyi bırakmak bize gelmez. O içimizdeki mini mini kurtlar büyüyüp sorgulamalar yön değiştirdiğinde bütün alışkanlıklarımızdan vazgeçebilmeyi de biliriz. Vardır hepimizde bu potansiyel. O kurtları bir yerde dökmek gerekecektir değil mi?

İÇİ SAKIZ DOLU DOLABIN “GÖR” DEDİĞİ…
Geçenlerde, yıllar önce evliliğini daha ilk aylarında bitirip babaevine dönen bir yakınımı ziyaret etmiştim. Muhabbet sırasında, evliliği süresince elinden alınmak istenen “sakız çiğneme” ve “Türk kahvesi içme” hakkından bahsedip, bir dolabın önüne götürmüştü beni. İçi Türk kahvesi ve sakızla dolu dolabı gördüğümde ne demeye çalıştığını daha iyi anladım. “Çiğne yut çiğne yut, kimse karışamaz” cümlesinde ne kadar da büyük bir hırs vardı. Aradan 15-16 yıl geçmiş. Gülümseyerek hatırlayacağım bir anıdır. Bu da bir kazanım olmakla birlikte meselemiz bireysel çıkışlarla bir yere kadar halloluyor ne yazık ki.

“KADIN ALLAHIM SEN GÖR”
Küçükken, babaannemin; ne zaman başı sıkışsa, işler içinden çıkılmaz bir hal alsa ya da öylesine içlense “Kadın Allahım sen gör” diye dua ettiğini duyardım hep. Dedemin, bu tanrıya cinsiyet yüklenmesi durumuna esip gürlemelerine rağmen babaannem, dualarına “Kadın Allahım” diye başlamaktan hiç vazgeçmedi. Ona göre tanrı bile kadın olmalıydı ki kadını tam olarak anlayabilsin. Nasrettin Hoca’nın damdan düşme hikayesindeki gibi.
Evet... Kadın olmaktan doğ(urul)an sorunlarımız var ve bunlar ancak kadın kadına verilecek bir savaşımla tam anlamıyla aşılabilir.

İÇLERİNDEKİ IŞIK SÖNMEYEN KADINLAR
Tülin Tankut, ‘80’ li yıllarda kaleme aldığı öykülerden oluşan “Ne Zaman ki İçime Bir Kurt Düştü” isimli kitabında, kadını tam da bu düşünen yönüyle ele almış ve bu düşünme dürtüsünün, kadını yüklerinden kurtaracak bir ön adım olmakla birlikte kadın dayanışmasıyla kaynaştığı ölçüde bir anlama büründüğüne de dikkat çekmiştir.
Bu nedenledir ki Tankut’un öykülerinde yaşayan kadınların adı yoktur çoğunlukla; sosyal statüleri, dini ya da politik görüşleri hatta erkeklerle yaşamış oldukları çatışmalar bile arka plana alınmıştır. Denilebilir ki kadını öyle çektiği eziyetlerle ele almamıştır Tankut. Sorunlarını şöylece bir gösterip geri çeken karakterler, bir şekilde daha iyi hayatlar kurmuş ya da kurmakta olan kadınlardan oluşmakta. Değişik mekanlarda, farklı şekillerde içine kurt düşmüş, düşmekte olan ya da o kurdu içinden atabilmiş kadınlar da diyebiliriz onlara. Ortak özellikleri kadın olmak, düşünmek ve çıkış yolu aramak. Ve tabii bu yolda belli bir gelişim kaydetmiş olmak. Aralarında, bir erkeğin etkisiyle uyanan ya da tam tersi, bir erkeği uyandırıp bu ortaklığa dahil edebilecek güce ulaşmış bulunanlar gibi hikayesi gizli kalmış olanlar da vardır elbet. İçlerindeki ışık sönmediği sürece onlar da kaçınılmaz olarak bu birlikteliğe eklenecektir.
Yazarın bize seslendiği son söze bakalım: “Neden İkarus gibi olmayayım? Güneşe neden uçmayayım? Tabii uçarım. Kanatlarım erir, denize düşerim ama uçmuş olurum...”
Brecht’in ünlü şiirindeki Ulm’lu terzi de “uçabilirim” demişti psikoposa. Peki onun yerde duran parçalanmış bedenine bakan piskopos ne demişti halka: “ ...dedik ya palavra, insan kuş değildir, uçamaz hiçbir vakit...”
Günümüzde insanlar teknik olarak uçabildiklerine, terzinin ideali yılları aşıp somut gerçeğe dönüşebildiğine göre... neden uçmasınmış kadınlar da?
‘80’lerden günümüze kadın hareketinde elde edilen kazanımlar, verilen mücadelelerdeki iniş çıkışlara bakarsak, bu kazanımları baltalamaya çalışan, aşılmış sorunları bile evirip çevirip önümüze yığan hatta her yalpalamayı halka gözdağı olarak sunan bu türden psikoposlar elbet olacaktır. Bugün -mış gibi yasaların, kadını eve tıkmayı amaç edinen politika ve hatta yardımların da hedefi böylesi bir şey değil mi?
Geri çekilmek yerine sorunların üstüne beraberce gidilirse kadınlar birbirinden öğrenerek gelişecek ve adım adım da olsa o ideallere ulaşılacaktır. Hayatı sorgulayarak yetişmekte olan genç kadınlar da vardır. Çünkü her varış arkadan gelenlere ışık olacaktır.

İlgili haberler
GÜNÜN ŞARKISI: La lega

Pirinç işçisi kadınların ‘özgürlük istiyoruz’ diyerek tüm kadınlar için söylediği bu marş 19. yüzyıl...

GÜNÜN FİLMİ: Ofsayt

Hem politik, hem mizahi, hem de gerçekleri anlatan bir film izlemeye ne dersiniz? O halde bu pazar g...

GÜNÜN SÖZÜ: Kollontay’dan

Aslında yalnızca bir tek hayat değil, birçok hayat yaşadım… Her zaman ‘yaşamayı’ bildim ve bugün hal...