Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı iken 30 Ekim 2016’da tutuklanan Gültan Kışanak, 4 yılı aşkındır bitmeyen bir yargı kıskacı altında.
Bu tutsaklık Kışanak için ilk tutsaklık da değil. 12 Eylül askeri darbesinde henüz 19 yaşındayken cezaevine giren, iki yıl dönemin işkenceleriyle meşhur Diyarbakır Cezaevinde kalan Kışanak, bugün de Kandıra F Tipi Cezaevinde tutuklu.
Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesince “terör örgütüne üye olmak” ve “terör örgütü propagandası yapmak” suçlarından hakkında verilen mahkumiyet kararı bozulan Gültan Kışanak’ın ayrıca “Kobane olayları davası”ndan da tutuklama kararı var. Bir belediye başkanının partisinin programını anlatmadan siyaset yapamayacağını vurgulayan Kışanak, “Bizler birer siyasi rehineyiz” diyor. Bugün demokrasi mücadelesinde, birlikte hareket etmenin başarının anahtarı olduğuna vurgu yapıyor. Ortaklaşmanın tek yolunun, siyasi partiler arasında kurulan seçim ittifakı değil, toplumsal zeminde kurulacak ittifaklar olduğuna işaret ediyor ve ekliyor: “Herkes için demokrasi herkes için refah, ilkesi etrafında çok çeşitli toplumsal ittifaklar ve mücadele birlikleri kurulabilir. Bunun en iyi örneğini Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri gözler önüne serdi.”
Pandemide, cezaevi koşullarında daha ağır bir tecrit yaşayan, cezaevindeyken kitap çıkaran, senaryo çalışması yaparken bir baskın ve arama sırasında tüm çalışmalarına el konulan Kışanak, cezaevinde karşı karşıya kaldıkları ağır baskı koşullarını anlatırken, bu koşullarla ülkenin tümüne dayatılanlar arasında bağlar kuruyor. Ülkedeki son dönem gelişmelere yorumları, Kürt Siyasetinin Mor Rengi kitabına gelen tepkileri, 4 yıldır emek emek biriktirdiği düşünsel çalışmalarına bir baskınla el konulmasının yarattığı duyguyu paylaşan Gültan Kışanak, tüm ‘insanlıktan çıkarma’ çabalarına inat insanlığın en temel ortaklıklarından biri olan “umudu” cezaevinden dışarıya taşıyor…
BİZİM DAVALARIMIZ ADETA ‘HUKUKSUZLUK STAJI’
Malatya’da görülen davanızda savcı savunmalarınızı bile almadan, Sebahat Tuncel ve sizin hakkınızda “örgüt yöneticiliği” ve “örgüt propagandası” iddiasıyla hapis cezası talep etti. Yargılama sürecinin tamamı sizin açınızdan nasıl geçti?
Yargılama ortada bir suç varsa, bir mağdur varsa, hakikati ortaya çıkartıp mağduriyeti telafi etmeye, adaleti tesis etmeye yönelik bir süreçtir. Hukuk terminolojisi açısından bakıldığında ortada bir yargılama değil; siyasi öç alma, siyasi rakiplerini etkisiz hale getirme, muhalif olmanın bedelini ödetme, demokratik siyaseti tasfiye etme çabası var. Yargı da bunun aracı haline getirilmiş. Bizler siyasi rehineler, yargıçlar, iktidarın talimatıyla çalışan memurlar, mahkeme süreçleri sanal-kapalı devre işleyen formaliteleri yerine getirme işlemi gören bürokrasi... Mevcut durumu tanımlamak için “yargı siyasallaştı” tanımı bile yetersiz kalıyor. Partizan-militan ve temel işlevinden uzaklaşmış bir yargı var. Yargı öylesine temellerinden sarsıldı ki önümüzdeki yıllarda, durum daha da vahim olabilir. İktidar tarafından partinin il ve ilçe örgütlerinden alınarak yargıya geçiş yapan kişiler, bizim davalarımızı adeta “hukuksuzluk stajı” yapıyor.
Sizlerin de bildiği gibi benim ve Sebahat Başkan’ın hakkında açılan davada mahkeme, yerel seçim öncesinde, apar topar karar verdi. Duruşmalara katılma talebimiz reddedildiği, biz de SEGBİS’i kabul etmediğimiz için savunma bile yapamamıştık. Ben sadece bir kez duruşmaya gidebilmiştim, Sebahat Başkan ise hiçbir duruşmaya katılmamıştı. Buna rağmen, iktidarı seçim meydanlarında argüman üretmek için mahkeme davayı karara bağladı. Seçimden geçtikten sonra İstinaf davayı bozdu. Onlarca yeni dosya bu dava ile birleştirildi. Ancak bu kez de pandemi nedeniyle duruşmalara götürülmüyoruz. Biz Kocaeli’den, avukatlar Diyarbakır’dan ve farklı illerden Malatya’daki duruşma salonuna SEGBİS üzerinden bağlanarak duruşmalar yapılmaya çalışılıyor. Küçük bir bilgisayar ekranın 5’e 6’ya bölündüğünü düşünün; kimse kimseyi görmüyor, ses yeterince anlaşılmıyor (doğal olarak SEGBİS çözümleri yanlış yapılıyor), bağlantı iki de bir kesiliyor ve daha birçok problem. Ama anlaşılan yine ufukta bir seçim görülüyor ve yukarıdan “Bir an önce bitirin” talimatı gelmiş olmalı ki savunmalarımızı yapmadan savcı esas hakkındaki mütalaasını okudu. Mahkeme adeta “Sizin ne diyeceğin izin önemi yok, benim kararım belli” tutma içerisinde.
Başından beri söylüyoruz bu davalar hiç açılmamalıydı. Ortada bir suç yok. Basın açıklaması yapmak, mitingde konuşmak, iktidarı eleştirmek, yapılan yanlışları protesto etmek bir suç değil, anayasal bir haktır. Bir milletvekili, belediye başkanı partisinin programını anlatmadan, bu kapsamda eylem etkinlik yapmadan nasıl siyaset yapacak? Bu davalarla bizlerin, kadınların, Kürtlerin, barış ve demokrasiden yana olanların siyaset yapma hakkı ortadan kaldırılmak isteniyor. Muhalefete bedel ödetmek isteniyor. Türkiye’de demokrasi mücadelesinin en öncelikli konusu herkes için siyaset yapma, sözünü söyleme, eylem ve etkinlikte bulunma hakkının geri alınmasıdır. Biz de dava sürecinde bunu yapmaya, demokratik siyasetin bir hak olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Belki mahkeme heyeti için bunun bir önemi yoktur ama tüm Türkiye toplumu için demokratik siyaset kanallarının açık olması, ekmek su kadar elzemdir. Biz de halka ve demokratik siyasete karşı taşıdığımız sorumluluğun gereğini yerine getirmeye çalışıyoruz.
‘OTORİTER YÖNETİMLERE KARŞI MÜCADELE KADIN MÜCADELESİNDEN GEÇER’
Bölgede HDP’li seçilmişlerin olduğu neredeyse tüm illere kayyum atandı. HDP’li belediyeler döneminde açılan pek çok merkez kapatıldı ve son dönemde kamu görevlilerinin taciz, tecavüz, istismar olayları ortaya çıktı. Tüm bunlar neyi gösteriyor?
Belediyelere kayyum atanması sadece; bir kentin/toplumun siyasal iradesine el konulması meselesi değildir. Kayyum, toplumun sorunlarına, beklentilerine sırtını dönen; başta kadınlar olmak üzere toplumun tüm sosyal/kültürel/ekonomik ihtiyaçlarını bir kenara bırakan; yerel kaynakları merkezi iktidarın çıkarı doğrultusunda kullanan, demokrasi karşıtı bir yöntemdir. 5 yıldan beri devam eden kayyum uygulaması toplumsal sorunların giderek büyümesine neden oldu/oluyor. Biz daha önce de çok tecrübe etmiştik, kadın örgütlerinin güçlü olduğu, yerel yönetimlerin kadına yönelik ayrımcılık ve şiddet önleme konusunda aktif bir çalışma içerisinde olduğu dönemlerde kadına karşı işlenen suçlar ciddi derecede azalıyordu. Kadın örgütlenmesi biraz zayıfladığında ve yerel yönetimler kadın çalışmalarını aksattığında kadına yönelik suçlar yeniden hortluyordu.
Belediyeler siyasal/yönetsel bir mekanizma olmakla birlikte doğrudan toplumun hayatına dokunan yerel ve yerinde çözümler üreten, halkın yönetime erişme/eleştirme/etkileme/ değiştirme imkanlarının olduğu son derece önemli bir alandır. Yerel demokrasiye sahip çıkmak gerekir. Demokratik muhalefetin öncelikli görevlerinden biri de kayyum uygulamasına karşı net bir tutum almak ve çözüm üretmektir.
Kadın örgütlenmesinin ve dayanışmanın güçlenmesi, kadın çalışmalarına öncelik verilmesi de demokratik siyasetin birinci gündem maddesi olmalı. Otoriter yönetimlere karşı mücadelenin yolu, kadın üzerinde kurulan otorite, tahakküm ve sömürüye karşı mücadeleden geçer. Ne yazık ki kadın bedeni bir savaş alanını çevrilmiştir. Barış ve demokrasi talebini dile getiren herkes, kadın bedenine karşı açılan savaşı görmek ve durdurmak için mücadele etmek durumundadır.
CEZAEVLERİNDEKİ DURUMA DAİR BİR DUYARLILIK OLUŞMAZSA TECRİT ‘YENİ NORMAL’ OLABİLİR
Pandemi sürecinde cezaevinde ne gibi sorunlar yaşadınız? Pandeminin cezaevinde olanlar açısından zorlukları neler oldu?
F tipi cezaevleri zaten üçer kişilik hücre sistemi. Pandemiyle birlikte cezaevi, katı bir tecrit mekanına dönüştü. En son geçen yıl 8 Mart’ta açık görüş yapmıştık. O günden bu yana ailemizle, avukatlarımızla, hatta bu cezaevinde olan diğer kadın mahpuslar yüz yüze hiçbir görüşme yapamadık, bir canlıya dokunamadık. Tüm açık görüşler ve bütün ortak alan etkinlikleri iptal edildi. Aslında, gerekli koruyucu önlemler alınarak, sınırlı da olsa sosyalleşme imkanı yaratılabilirdi. En azından, aylardan beri tecritte olan bizler birbirimizle görüşebilirdik, ortak alan etkinlikleri (sohbet, spor vb.) yapılabilirdik. Sağlık ve tedavi hakkından tutalım savunma hakkına kadar, dış dünya ile temas-iletişim hakkından tutalım spor- sosyal aktivite-sohbet hakkına kadar her türlü hakkımız askıya alındı. Pandemi sürecinde toplumun hiçbir soruna çözüm üretmeyen iktidarın, cezaevi için bulduğu tek çözüm de “katı tecrit” oldu. Bu duruma dair bir duyarlılık oluşmazsa “yeni normal” diyerek bu tecrit halini kalıcı yapabilirler.
DEMOKRASİ BİR OYUN DEĞİL
Yeni dosyalar, yeni davalar, bitmeyen yargılamalar… Pek çok siyasetçi gibi sizin için de yeni iddianameler hazırlanıyor, kabul edilen bu iddianamelerle yeni yargılamaların önü açılıyor, daha fazla tutsak edilmeye çalışılıyorsunuz. Yargının bu yeni hamlelerini nasıl değerlendirirsiniz?
4 yılı aşkın bir zamandır, cezaevinde siyasi rehine olarak tutuluyoruz. Ellerindeki medya gücüne, sürekli tekrarlanan yalanlara, talimatla hazırlanan dava dosyalarına, hukuku ayaklar altına alan yargılama süreçlerine rağmen neden cezaevinde olduğumuza dair kimseyi ikna edemiyorlar. Demokratik kamuoyu da uluslararası kurumlar da insan hakları örgütleri de söylenen yalanları inanmıyor. Biz meşru zemindeyiz. Ama iktidarın söylemlerinin hiçbir meşruiyeti yok. Yeni davalarla biraz daha siyasi şov yaparak, güya bizim meşruiyetimizi zedelemeye çalışacaklar. Ama boşuna. Ankara’da açılan ve kamuoyunda “Kobane olayları davası” olarak satılmaya çalışılan davanın, ısmarlama bir dava olduğunu herkes biliyor. Geçen yıl AİHM “Demirtaş serbest bırakılmalı” kararı verdiğinde AKP Genel Başkanı “Biz de karşı hamle yaparız” demişti ve bu davanın soruşturması o zaman başlamış, Demirtaş ve Yüksekdağ’a bu soruşturma gerekçe gösterilerek ikinci bir tutuklama kararı çıkartılmıştı. Bunun işe yarayacağını zannederek ben dahil 106 kişi daha soruşturmaya dahil edildi. Zaten cezaevinde olan bana, Sabahat Tuncel ve Aysel Tuğluk’a tutuklama kararları verildi. AİHM Büyük Dairenin Demirtaş kararı açıklanmadan hemen önce de iddianame hazırlanarak dava açıldı. Birileri galiba iyi bir satranç oyuncusu olduğunu zannediyor ama yargıya verilen “siparişler” kimsenin gözümden kaçmıyor. Ve en önemlisi demokrasi bir oyun değildir, öznesi halk olan, halk iradesine ve evrensel hukuk ilkelerine dayanan bir sistemdir. Çeşitli hileler, zorbalıklar yapılsa da halk iradesini “mat” etmek mümkün değildir. Belki bu davayı olası demokratik birlik çabalarını boşa çıkartmak, muhalefeti dağıtmak için kullanmak isteyecekler. Ama AİHM büyük dairenin kararıyla bu dava ellerinde kalmıştır. Altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri hiçe sayarak, AİHM’e karşı hamle yaparak, siyasi rakiplerini daha fazla cezaevinde tutmaya çalışarak, olsa olsa Türkiye’nin itibarına, hukuk sistemine ve demokrasiye zarar verirler. Biz bu davada yargılanan değil, yargılayan olacağız. Barış imkanını ve demokrasiyi ortadan kaldıranlardan hesap soracağız.
‘KADINLAR VE GENÇLER DEMOKRASİ İTTİFAKININ TEMEL GÜCÜ’
Bu topyekûn saldırılara karşı nasıl bir birliktelik örülmeli, nasıl bir dayanışma olmalı?
Siyasal gelişmelere bakıldığında, muhalefetin bir araya gelmesini önlemek için her yol ve yönteme başvurulduğu görülüyor. Demek ki demokrasi mücadelesinde, birlikte hareket etmek başarının anahtarı. Ancak ortaklaşmanın tek yolu, siyasi partiler arasında kurulan seçim ittifakı değildir. Toplumsal zeminde kurulacak ittifaklar, siyasete yön verir. Zaten “Herkes için demokrasi herkes için refah” ilkesi etrafında çok çeşitli toplumsal ittifaklar ve mücadele birlikleri kurulabilir. Bunun en iyi örneğini Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri gözler önüne serdi. Herkes bulunduğu yerden demokrasi, adalet, özgürlük, refah-aş-iş sözünü/mücadelesini yükseltebilir. Demokrasi çoğulculuktur. Demokrasi ittifakı da çoğulcu, renkli ve hak sahibini özne yapan bir ittifak olmalıdır. Tabii kendimi koşullarında zorlayıcı birçok durum söz konusu. Ama kadınların da 8 Mart’ta bir çıkış yapması mümkün gözüküyor. Kadınlar ve gençler, yeni ve özgür bir yaşama en çok ihtiyacı olanlar, demokrasi ittifakının da temel gücü olacaktır.
Görüldüğü kadarıyla, muhalefet partileri, “ekonomiyi merkez alan” bir siyasal hat izliyor. Son derece önemli bir politik hat. Zira milyonlarca insanın açlık sınırında yaşadığı gerçeği, demokratik muhalefeti göreve davet ediyor. Bu ülkenin ekonomik kaynakları öylesine peşkeş çekildi ki, vatandaşın adeta iliğini kuruttular. Pandemi sürecinde emekçiler “ölümüne çalışmak” zorunda kaldı. Binlercesi de işini kaybetti. Ekonomik krizin iktidarın izlediği siyasetle, yönetim anlayışıyla, barışla, adaletle bağı iyi anlatılırsa bu yalan ve talan düzeninin mağduru emekçiler, demokrasi ittifakının motor gücü olabilir. Bir de HDP’ye yaklaşım sorunu var, muhalefetin. İktidar sürekli HDP’ye vurarak, diğer muhalefet partilerine ayar veriyor. HDP yapılanlara sessiz kaldıkça, sıra diğerlerine de geliyor. Memlekette “terörist” olmayan muhalefet kalmadı. Bu gidişata “Dur” demeyen, demokratik siyasete sahip çıkmayan bir muhalefetin, demokrasi mücadelesini kazanma ihtimali dahi yoktur demeyeceğim ama çok azdır. HDP’ye sahip çıkmak demokrasiye sahip çıkmaktır.
KÜRT SİYASETİNİN MOR RENGİ: SINIRLARIMIZI AŞABİLİR MİYİZ?
Cezaevinde bir kitap hazırladınız ve yayımladınız, Kürt Siyasetinin Mor rengi. Kitaba dönüşler nasıl oldu?
Böyle bir kitap çalışmasına başlarken epeyce kaygılıydım. Zor bir kitaptı. Aklımı onlarca engel ve soru geliyordu. Cezaevinde olmanın yaratacağı zorluklar ve engeller bir yana; asıl beni kaygılandıran; yapmak istediğim çalışmanın başta kadınlar olmak üzere demokratik çevrelerde nasıl karşılanacağıydı. Biz kadınlar kendinizi anlatmaya alışkın değiliz, acaba bunu aşabilir miyiz? Genel siyasetin dışına çıkıp, bir kadın olarak yaşadıklarımızı önceleyen bir anlatım nasıl karşılanacak? “Bu kadar ağır sorunlar dururken şimdi bunu mu yazdılar” yargısından nasıl kurtulabiliriz? Siyasal temsil sorumluluğu olan kadınların, içe dönük sorgulayıcı anlatımları mücadeleye güçlendirir, ancak bu yeterince anlaşılabilir mi? Ve daha birçok soru…
Kaygılarımın en başında da kitabın sınırları geliyordu. Kürt kadın hareketi çok geniş bir alan, bunu hakkı ile anlatmak kolay değil, bu nedenle belli bir sınır çizerek, o sınırı içinde kalmak durumundaydım. “Çizdiğim bu sınır nasıl anlaşılacak?” sorusu son ana kadar hep aklımdaydı.
Doğrusu bu kaygılar sadece benim kaygılarım da değildi, soru gönderip röportaj yapmak istediğim tüm kadın arkadaşlarda benzer kaygılar vardı. Aylarca bu kaygılarımızı yatıştıracak anlamlı yanıtlar bulmak ve kadınlar olarak yaşadıklarınızı ön plana çıkartırken siyasal ve toplumsal durumdan kopmamak için uğraştım.
Kitap çıktığında özellikle kadınların, kitabı sahiplenmesi hepimiz için büyük bir moral oldu. Kitap ekseninde birçok etkinlik düzenlendi. Kitapla ilgili önemli yazılar yazıldı, birçok kişi de mektuplar yazarak, kitaba değer görüşlerini benimle paylaştı. Hâlâ kitabı okuyup mektup yazanlar oluyor. Cesaret veren, takdir eden, yazmaya teşvik eden, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dair kendi görüşlerini paylaşan çok sayıda mektup aldım.
Kadınlardan gelen, kitabı okuyunca moral aldıklarını, kendilerini daha güçlü hissettiklerini ve kadın özgürlük mücadelesinin yarattığı kazanımların takipçisi olacaklarını söyleyen mektuplar umut vericiydi. Kitapta yer alan anlatıların kişisel deneyimler olarak algılanmasından kaygılıydım; ama tam tersine kadınlardan gelen mektuplarda “Bu hepimizin hikayesi, mücadele de hepimizin” duygusu çok yüksekti. Sadece Kürt kadınlardan değil, Türkiye’nin dört bir yanında kitaba dair görüşlerini paylaşan mektuplar aldım. “Siz kitabın adını ‘Kürt Siyasetinin Mor Rengi’ olarak koymuşsunuz ama okuyunca her şey o kadar tanıdık geldi ki ben de kendimi içinde gördüm… Bu hepimizi mücadelesi. Mor mücadeleye devam” gibi cümlelerin yer aldığı mektuplar ayrıca önemliydi. Kadınların özgürlük ve eşitlik talebi etrafında güçlü bir kadın dayanışması kurmanın olanaklarına işaret eden mektuplardı bunlar.
Erkeklerden de azımsanmayacak kadar mektup geldi. Bir kısmı kadın mücadelesinin önemine vurgu yaparak, biraz eril bir yaklaşımla kadınların görev ve sorumluluklarına işaret ederek beğenilerini dile getiriyordu. Bizimle aynı siyasal gelenekte mücadele etmiş bazı kişilerin gönderdiği “Gerçekten biz kadınlara böyle mi yaklaşıyordu, hiç farkında değildik” diyen mektuplar da oldu. Erkek okuyuculardan gelen mektupların bazılarında ise genel siyasal paradigmaya dayalı toplumsal cinsiyet eşitliği ezberinin çok güçlü olduğu, ama kendisindeki cinsiyetçi ve eril yönleri görmede zayıflık yaşandığı anlaşılıyordu.
Ama haksızlık yapmak da istemem, bazı erkek okuyucudan içinde özeleştiri cümlelerinin de yer aldığı hatta kendi deneyimlerine yer veren mektuplar da geldi. Örneğin bir mektupta yer alan şu deneyimi paylaşmak istiyorum, “Ben çocukken annem hastaydı, ağır şeyler kaldıramıyordu. Babam sürekli, annemi kuma getirmekle tehdit ediyordu. Çok üzülüyordum, gizli gizli ev işlerinde anneme yardım ediyordum. Annem hamur yoğurduğunda, leğeni ben taşıyıp tandıra götürüyordum. Oradaki herkes benimle ‘Kadın mısın sen’ diye dalga geçiyordu. O zaman belki de ‘Üvey anne gelir’ korkusuyla bunu yapıyordum. Ama devrimci olduktan sonra, çocukluğumda annenle kurduğum bu ilişki, babamın ve çevrenin bana ve anneme yaklaşımları üzerinden, toplumsal cinsiyet konusunu daha derinlikli çözebildim. Hepimiz kendi hayatımıza bakmayı bilirsek, eril zihniyetle mücadele etmek daha kolay olur.”
Tabii ki eleştiriler de vardı. Kitabın kapsamına dair eleştiri/öneri karışımı mektuplar önemliydi. Kürt kadın hareketinin tüm boyutları ile yazılmasını istiyorlardı. Bu mektupları okudukça, içinde bulunduğu imkansızlıklara sitem ediyordum. Keşke imkanım olsa da özgür kadın hareketi perspektifini, teorik tartışmalarını, çözüm önerilerini, mücadele yöntemlerini, düzenlediği kongre, konferans ve toplantıları, yürüttüğü kampanyaları, çıkardıkları yayınları konu olan çok boyutlu bir çalışma yapabilirsem. Gerçekten büyük ihtiyaç. Maalesef kadınların mücadele tarihini belgeleme ve kalıcı hale getirme konusunda çok eksiğimiz var.
TÜM ÇALIŞMALARIMA BİR BASKIN VE ARAMA SIRASINDA EL KONULDU
Cezaevinde bir senaryo çalışmanız olduğunu duyduk. Kızınız Evîn Jîyan bir film senaryosu yazdığınızı duyurmuştu. Bu çalışmanız nasıl gidiyor, gelecekte ne gibi çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?
Senaryo yazımı bilmediğim bir işti. Beni epeyce uğraştırdı. Yaklaşık 1 yıl üzerinde çalıştım, bitirmek üzereydim. Geçen kasım ayı sonunda koğuşlarımıza yapılan baskın ve arama sırasında alıp gittiler. Sadece senaryo taslağı da değil, tuttuğum günlük tarzı notlarım, okuduğum kitaplardan çıkarttım notlar, kimi önemli gelişmelere dair tuttuğum günce, velhasıl 4 yıldan beri emek verdiğim ve bundan sonraki çalışmalarımda yararlanmayı düşündüğüm tüm düşünsel birikimime el koydular. Dava dosyalarıma, yaptığım savunma hazırlıklarına da el konulduğu için savunma da yapamaz hale geldim. Bu sadece benim yaşadığım bir sorun da değil, burada bulunan bütün kadın arkadaşlarına tüm yazılı materyallerine el konuldu. Ne zaman geri vereceklerini, hatta geri verip vermeyeceklerini de bilmiyoruz.
İnsanı ekonomik, siyasal ve toplumsal hayattan alıkoyan cezaevlerinde yapılacak tek şey, bir şeyler okumak, bir şeyler yazmak. Düşünsel olarak kendini toplumsal hayata bağlayacak bir faaliyet içerisinde bulunmak. Bunun imkanları da elinden alındıktan sonra insandan geriye ne kalır… Anlaşılan içeride, dışarıda istenen tek şey okumayan, yazmayan, düşünmeyen, sorgulamayan, muhakeme etmeyen ‘makul insanlar’ imal etmek. Yani insanlıktan çıkartmak. Aslında bunun mümkün olmadığını bilmeleri gerekir. Zaten hayatımız hep bu tür talanlara karşı, her defasında yeniden başlamakla geçti. Şimdilik yeni bir kitap çalışmam yok ama toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda okuyup/yazmaya devam edeceğim.
Fotoğraflar: HDP
İlgili haberler
Gültan Kışanak’tan mektup var: Bir yol bulalım, bi...
25 Ekim 2016’dan bu yana 8 Mart, 21 Mart’a katılmak, açlık grevlerine dikkat çekmek, sokağa çıkma ya...
Gültan Kışanak ve Sebahat Tuncel’in yargılanması 9...
Sebahat Tuncel ve Gültan Kışanak hakkında verilen hapis cezalarının bozulmasının ardından yeniden ba...
Kürt Siyasetinin Mor Rengi
Tutuklu Kürt siyasetçi Gültan Kışanak’ın cezaevinde hazırladığı “Kürt Siyasetinin Mor Rengi” kitabın...
Rosa Kadın Derneği Başkanı Adalet Kaya: Cezasızlık...
Rosa Kadın Derneği Başkanı Adalet Kaya, çalışma yaptıkça toplumda büyük bir ihtiyaç olduğunu gördükl...
Görevden alınan Mardin Derik’in ilk kadın muhtarı:...
Mardin Derik ilçesinin ilk kadın muhtarı Nebahat Durmaz görevden alındı. Durmaz kendisine görevden u...
Bir yanda kayyum bir yanda kriz
Kayyumların ve kriz etkisini derinden hissettiren Diyarbakır’da bir kadın, ‘Yani bu kayyum gelmiş he...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.