
Ekonomi politikalarını ucuz emek üzerine inşa eden saray rejiminin kadınlara reva gördüğü çalışma ve yaşam koşulları verilerle ortada. Üstelik, ilan ettikleri orta vadeli programdan taviz vermeyeceklerini her fırsatta yineleyerek, sömürünün katmerleneceğini de açıkça dile getirmekte hiçbir beis görmüyorlar. Bu cüreti kadın işçilerin örgütsüzlüğünden aldıkları aşikar. Bu durum hoşnutsuzluk ve öfke kadar kadın işçiler içerisinde sendikalaşma, örgütlenme eğilimi de artıyor. Bunu görmek için sadece son bir yıla bakmak bile kafi.
Öfke kadar örgütlenme eğilimi de artıyor
2024 yılında, Erdoğan-Şimşek programının hedefleri doğrultusunda ücretleri baskılanan, yaşam ve çalışma koşulları ağırlaşan işçilerin, lokal de olsa yaygın mücadelelerine tanıklık ettik. Ağırlıklı olarak ücretlere zam talebiyle gerçekleştirilen eylemler; sendikasız iş yerlerinde fiili grevler şeklinde gelişirken, sendikalı iş yerlerinde ise geçmiş yıllara oranla daha fazla yasal grev yaşandı. Bu süreçte sendikalaşma nedeniyle yaşanan işten atmalar sonrası gelişen direnişleri de not düşmemek olmaz. Direnişe geçen iş yerlerinde ise işçi kadınlar hep ön saflardaydı. İşçilerin hak talepli giriştikleri bu mücadeleler 2025 yılında da artarak devam ediyor. Geçtiğimiz hafta İzmir Büyükşehir Belediyesinde çalışan 23 bin işçi eşit işe eşit ücret talebiyle greve çıkmıştı; TPI’da insanca yaşanılabilir bir ücret talebiyle başlatılan grev ise sürüyor.
Elimizden alınan haklar, ağırlaşan koşullar
Sendikalaşma nedeniyle yaşanan işten atmalar, erteleme adı altında yasaklanan grevler, ülkemizde sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev hakkının kullanımı önündeki yasal ve fiili engelleri bir kez daha gözler önüne sererken, bu engellerin ortadan kaldırılması mücadelesinin zaruriyetini de ortaya koydu. İşçi sınıfının mücadele tarihi, sermaye iktidarlarının sınıfın mücadele ile kazandığı yasal haklarının kullanımını engellemek için nasıl da her yolu denediğinin örnekleri ile dolu.
İşçi sınıfının bugün içerisine itildikleri insanlık dışı çalışma ve yaşama koşulları ile dün mücadele ile elde ettikleri, yasal güvenceye kavuşturdukları demokratik ve sendikal haklarının ellerinden alınmış olmasının dolaysız bir bağı var.
Türkiye’de 16,9 milyon ücretli çalışanın yüzde 14,97’si sendika üyesi. 2,5 milyon sendikalı işçininse 610 bini kadın. Sendikalı işçiler içerisinde ise sadece yüzde 8’i, yani 1 milyon 350 bini toplu iş sözleşmesi hakkından yararlanabiliyor. Toplu iş sözleşmesi hakkını elde etmiş işçi sayısı bu kadar düşük olduğu içindir ki ülkedeki genel ücret seviyesi asgari ücrete kadar gerilemiş durumda. DİSK-AR’ın araştırmasına göre asgari ücret ve yüzde 10 fazlasını alan işçi sayısı 8,5 milyon. Asgari ücretin açlık sınırının gerisine düştüğünü düşündüğümüzde, ücretli çalışanlarının yarısından fazlasının mutlak açlıkla yüz yüze olduğunu söyleyebiliriz. Kazanılmış hakların gasbı da eklendiğinde bu tabloyu tersine çevirmenin tek bir yolu kalıyor o da birleşik mücadele!
Kampanya birleşik mücadelenin harcı
Emek Partisi’nin ocak ayında Gebze’de kurulu Green Transfo grev alanından ilan ettiği “Barajsız Sendika, Yasaksız Grev, Güvenceli İş” kampanyası, sendikal hak ve özgürlüklerin kazanılması için bu birleşik mücadelenin ete kemiğe bürünmesi hedefini taşıyor. Bu amaçla aylardır işçiler içerisinde geniş bir aydınlatma faaliyeti sürdürülürken sendikal yasaların demokratikleştirilmesi talebinin sınıfın ortak bir talebi haline gelebilmesinin zemini güçlendirilmeye çalışılıyor.
İş Kanunu ve Sendikalar Kanunu, içeriği itibariyle ucuz emek gücüne dayalı üretim modelini desteklemekte, birçok esnek çalışma modelini içermekte ve üstelik sendikal örgütlenmeyi alabildiğine zorlaştırmaktadır. Bu kanunlarda değişiklik içeren bir yasa teklifinin de Meclise sunulacağı kampanyayla, Türkiye’de ilk kez yüz binlerce işçinin imzasıyla, onlarla hazırlanmış bir yasa teklifi Mecliste gündem edilecek. Kampanyanın başladığı ilk günden bugüne de bir şeyin altını çiziyoruz. Bu taleplerin elde edilmesi ve yasal güvenceye kavuşturulması için iş yerlerinden başlayan yaygın, kitlesel, birleşik bir mücadeleye ihtiyaç var.
İşçi sınıfından kadınların bilinç ve örgütlülük düzeyini düşündüğümüzde, kampanya kapsamında formüle edilen taleplerin öncelikle mücadele içerisine girmiş kesimleri tarafından sahiplenildiğinin altını çizelim. Diğerleri henüz geriden gelmekle birlikte hak mücadelesi içerisine girmiş, bu mücadelede öne atılmış unsurları açısındansa bu talepleri elde etmek elzem.
İşçilerin özgürce sendika seçme hakkı açısından işkolu barajının kaldırılmasının nasıl acil bir talep olduğunu en iyi Urfa Özak Tekstil işçisi kadınlar biliyor örneğin. Özak Tekstil işçileri patron yanlısı, işbirlikçi Öz İplik-iş Sendikası’ndan istifa ederek BİR TEK-SEN'e üye olmuştu. Burada, kadın işçiler özel hayatları ve aileleri ile tehdit edilerek sendikadan istifaya zorlanmış, bu tehditlere boyun eğmediği için de bir kadın işçi işten atılmıştı. Atılan arkadaşlarının geri alınması talebiyle işi durduran işçilerse karşılarında Urfa Valisini, jandarmayı, il müftüsünü buldular. Özak işçileri dile kolay 80 gün her türlü baskıya, şiddete rağmen sendika hakkı için direndiler.
Türkiye’de 20 işkolunda 102’si 7 konfederasyona bağlı 133’ü bağımsız toplam 235 sendika var. Bunların sadece 67’si işkolu barajını geçerek, toplu iş sözleşmesi yapma ehliyetine sahip.
İşkolu barajı işçilerin özgürce sendika seçme hakkını ellerinden alırken, aynı zamanda onları sermaye ve siyasi iktidar açısından “makbul” kabul edilen sendikalarda örgütlenmeye de mecbur bırakıyor. O nedenle işkolu barajı kaldırılmalı, işletme ya da iş yerinde en çok üyeye sahip sendika yetkili sendika kabul edilmelidir. Birden fazla sendikanın olduğu yerlerde ise yetki referandumla belirlenmelidir.
‘Sendikalı olamadığımız için hâlâ 12 saat çalışıyoruz’
İşkolu barajı sorunu tekstilden gıdaya, iletişim işkolundan cam işkoluna birçok iş yerinden kadın işçilerin karşısına çıkan önemli bir engel. Haklarını koruyup geliştireceğini düşündüğü, daha demokratik bir sendikal anlayışa sahip sendikalarda örgütlenen kadın işçiler, baraj engeline takılıp örgütlenmesini tamamlayamadığı gibi, toplu sözleşme de imzalayamıyor.
Kampanya çerçevesinde yan yana geldiğimiz bir Tayaş Gıda işçisi kadının söyledikleri bu açından çarpıcı. DİSK’e bağlı Gıda-iş Sendikası’nda örgütlenmek istediklerini aktaran kadın işçi, patronun sendikalaşma tartışmalarından haberdar olur olmaz sendikanın işkolu barajını aşamadığını fabrikada yayarak, üye olmak isteyen işçilerde “sözleşme imzalayamaz” duygusunu hakim kıldığını ifade ederek, sendikalaşma girişiminin daha başlamadan sekteye uğradığını belirtiyor. Kadın işçi “Sendikalı olamadığımız için hâlâ günde 12 saat, asgari ücrete çalışıyoruz” sözleriyle özetliyor koşullarını.
Yetki tespit davalarının uzaması örgütlenme hakkına balta
İşkolu barajını aşmış bir sendikada örgütlenen, iş yerinde çoğunluğu da elde etmiş kadın işçilerin karşısına çıkan bir diğer engel de patronun yetkiye itirazı. Temel Conta’da, Portakal Plastik’te, Mersen’de, Mitsuba’da... Adını sayamayacağımız çokça iş yerinde, patronun yetkiye itirazının sözleşme sürecini durdurmasının sonuçlarını kimi kez işten atma, kimi kez zorla sendikadan istifa ettirme şeklinde yaşadı kadın işçiler. Yetki tespit davalarının uzun sürmesini lehlerine çeviren patronlar, çoğu yerde davalar sonuçlanıncaya kadar sendikalaşmayı dağıtmayı da başardılar.
Mitsuba’da sendikaya üye olan 11 işçinin işten atılması üzerine üretimi durdurarak fabrikayı işgal eden işçilerin, patronun “Sendikayla masaya oturacağız” sözü üzerine eylemlerini sonlandırdığını, sözünü tutmayan patronu TİS masasına oturtmalarının beş yıl sonra mümkün olduğunu tüm işçilerin bilmesi gerekli. Yetki tespit davası Mitsuba’da beş yıl sürerken en erken sonuçlananın -üstelik de yasada dört ay içinde sonuçlanır demesine karşın- iki buçuk yılda sonuçlandığı gerçeği, TİS imzalayabilen işçi sayısının neden 1 milyon 350 binle sınırlı olduğunu da ortaya koyuyor. Yani, Mitsuba işçisi kadınların kampanya imzalarını makine makine gezerek toplaması boşuna değil! Ya da Temel Conta işçisi kadınların grev çadırında kampanya kapsamında akademisyenlerle bir araya gelerek yaptıkları toplantıda altını çize çize “Yetkiyi alıyorsun patron tanımıyor. Böyle olmamalı. Yaptırım olsa hiçbir işçi örgütlenmeden durmaz. Bütün işçiler örgütlenir, bütün işçiler hakları için sokağa dökülür” demesi bir deneyimden süzülüp geliyor.
Sendikalaşma hakkı anayasal olarak güvence altına alınmış bir hak, sendikalaşma nedeniyle işten çıkarma ise suç. Ama gerçekte yaşananlar, patronların bu suçu işleme özgürlüğü, bize bu cümleyi tersten kurmamız gerektiğini gösteriyor. Patronların bu keyfi ve hukuksuz işten atmalar karşısında hiçbir yaptırımla karşılaşmaması pervasızlıklarını da artıyor. Artık, iş yasasında tazminatsız feshi düzenleyen 25/II maddesiyle - ahlak ve iyi niyet kurallarına uymadığı gerekçesiyle- işten çıkarma bir cezalandırma biçimi olarak olağan bir uygulamaya dönüştü.
Özak örneğinde olduğu gibi 25/II maddesi patronlar tarafından bir cezalandırma biçimi olarak kullanıldığı kadar özellikle kadın işçileri “Seni ahlaksızla suçlarım” yönlü tehditlerle sendikadan istifaya zorlamanın bir aracına da dönüştürülüyor. Çünkü biliyorlar ki kadınların bu tür bir iddia karşısında azımsanmayacak bir bölümü her türden şiddete açık hale gelecekleri kaygısıyla mücadeleden alı konulacak. İşten atılmak, iftiraya maruz kalmak karşısında direnişe geçmenin kadın işçiler açısından hiç de kolay olmadığını biliyor patronlar. “Neden üye oldun?”, “Neden bu işlere bulaştın?”, “Ne işin var senin direnişte?” gibi sorular bir mücadelenin parçası olmadan önce kadın işçilerin ardında bırakması gereken sorular ki bunun hiç de kolay olmadığını biz kadınlar yaşamlarımızdan gayet iyi biliyoruz.
Bu nedenledir ki sendikalı, sendikasız, tam zamanlı ya da yarı zamanlı hangi biçimlerde çalışırsa çalışsın tüm kadın işçilerin en çok sahip çıktığı ve en yakıcı diye tarif ettikleri talep “iş güvencesi.” Çünkü iş güvencesinin anayasal olarak da güvence altına alındığı bir durumda kadın işçilerin mücadeleden geri durmaları söz konusu bile olamaz.
‘Ah keşke’ diyen de var çevresinden imza toplayan da
Patronların keyfi ve hukuksuz işten atmalarının son bulması, İş Kanunu’nun 25/II maddesinin yeniden düzenlenmesi, feshin biçimine bakılmaksızın her işçinin kıdem tazminatını alabilmesinin sağlanması, işten çıkarmaların iş yeri kurul kararları, belirli yasal izinlere ve teminata bağlanması, sendikal örgütlenme başladığında ise geçerli feshin yasaklanması gibi talepler tüm işçiler gibi kadın işçilerin de talebi. Bu talepler gerçekten elde edildiğinde kadın işçilerin sendikalara üye olmakta tereddüt yaşamayacağı ortada. O yüzden, imza verirken “Ah keşke” diyen de var, iş yerinde imza toplamaktan çekinirken mahallesinde komşularını gezip imzasını alan da. Sendikalaşmanın önündeki en büyük engelin “işten atılma kaygısı” olduğunun altını çizen de.
İşçiler grev yasaklarına karşı geldi
Kampanyanın başlangıcının yapıldığı dönem aynı zamanda metal işkolunda grev yasağına rağmen GE Grid Solutions, Hitachi Energy, Schneider Electric, Arıtaş Kriyojenik’te “Anayasa’ya aykırı bu kararı tanımıyoruz” diyerek fiili grevlerin sürdürüldüğü döneme denk gelmişti. Sayıları az da olsa dört işletmeden de kadın işçiler, Cumhurbaşkanının yasak kararının yırtılıp atılması mücadelesinin bir parçası oldular. Fiili grevler bir aya yakın sürerken işçiler ciddi kazanımlar da elde etti. AKP’li yıllarda yasaklanan 22 grevle 200 bin işçinin özgür toplu pazarlık hakkı elinden alınmış, işçiler sefalete terk edilmişti.
Grev yasaklarının anayasadan bütünüyle çıkarılması, grev hakkının kapsamının genişletilmesi kampanyamızın diğer önemli talepleri arasında. Grev hakkının uygulamada nasıl zorluklarla karşılaştığını, patronların grevi kırmak için nasıl yollara başvurduğunu As Plastik ve Portakal Plastik grevleri ile yeniden gördük. Grev kırıcılığını engellemek için içeriden malzeme çıkarmaya çalışan kamyonun önüne dikilmekte hiç tereddüt etmeyen Portakal Plastik işçisi kadınların direnci de hala hafızalarımızda.
Biliyoruz ki sendika, grev ve toplu sözleşme hakkı önündeki engellerin kaldırılması için birleşik bir mücadeleye ihtiyaç var. “Barajsız Sendika, Yasaksız Grev, Güvenceli İş” kampanyası ile amaçlanan; sadece mücadele içerisine girmiş ya da mücadelede öne atılmış kadın işçilerle sınırlı olmayan, bugün işçi kadınların geniş kesimleri içerisinde yaygın bir aydınlatma faaliyeti sürdürmek.
Evet bu talepler yakıcı, bu talepler acil. İnsanca bir yaşam ve çalışma koşullarını elde edebilmek açısından da zaruri. Ama, her bir fabrikada, her bir iş yerinde bu talepler için yan yana gelmeden ve bu talepler için birliği tüm işkollarına, tüm ülkeye yaymadan elde edilmesi de kolay değil. Her biri bir mücadele konusu. 16 Haziran’da kanun teklifini Meclise sunmaya hazırlanırken tek bir günü bile boş geçmeden daha çok kadın işçiye ulaşmak için kolları sıvayalım. Kampanyamız bu talepler uğruna mücadele için güçlü bir başlangıç olsun, kazanana kadar mücadeleye devam!
Veriler ortada
Türkiye’de kadın işsizliği oranı Avrupa Birliği (AB) ortalamasının iki katına yakın. EMAR 2025 yılı Kadın Emeği Raporu’na göre, Türkiye’de her on kadından sadece üçü çalışma yaşamında.
Çalışma yaşamındaki kadınların da yüzde 20’ye yakını yarı zamanlı işlerde çalışıyor. Ve her 10 kadından sadece ve sadece bir sendikalı.
Kadın çalışanların ortalama gelirinin erkeklerin ortalama gelirinin yüzde 19 gerisinde olduğunu Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) bile gizleyemiyor artık.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
Yaz ortasında üşümemek için...
Şimdi kız kardeşler, yaz ortasında üşümemek için kolları sıvama vakti. Yaşamak için, emeğimiz için,...
Tekstil işçisi anlatıyor: 'Tatil budur!'
Türkiye’de milyonlarca işçi için tatil hâlâ bir hayal. Yıllık izin hakkının kağıt üzerinde olması dü...
Halil İbrahim sofrasından değil un çorbasından
Velhasıl, iktidar halkın kilolarının derdine düşmüş de, bu halk ne yer ne içer diye sormuyor. Bu say...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.