Rızamız yok hayatımızın karartılmasına
“Rızamız yok hayatımızın karartılmasına” demeye devam edecek kadınlar. Üzerlerine nasıl bir karanlık çullanırsa çullansın. Çünkü o karanlıkları aşacak gücün soluğu yüz yıldır sönmedi belleklerde.

Mahkeme kürsülerinde hâkimlerin gördüğü tecavüz davalarında, cinsel şiddet suçlarında, çocuk evliliklerinde kadınlara, kız çocuklarına zorla yapıştırılan, akla, izana, vicdana sığmayan sözde ‘rıza’ gerekçesinin nasıl büyük bir fütursuzlukla kullanıldığını, kadınların iradesinin, haklarının, yaşamlarının her aşamada nasıl gasp edildiğini görüyoruz nicedir.
Hedeflenen tek adam rejiminin yerleştirilmesi için ‘yerli ve milli’ bir toplum yaşamının dizaynında da aynı fütursuz tutumun tezahürü var karşımızda. Meclis açılır açılmaz, müftülere nikâh yetkisi veren Nüfus Hizmetleri Kanun Tasarısı alelacele komisyondan geçirildi, işte o sözde ‘rıza’yı üreten boşanmaların önlenmesi için kurulan komisyonun akıl almaz önerilerle dolu raporu Meclis Genel Kurulunda oylamaya açıldı.

Kadınların temel haklarını ayaklar altına alan bu yasaların ve öngörülen uygulamaların daha çok kadının hayatına mal olacağını, şiddetin, çocukların tecavüzcüleriyle evlendirilmelerinin önünü açacağını, kadını her bakımdan korumasız, güvencesiz bırakacağını bıkıp usanmadan dile getirdi kadınlar. Sokaklarda, Meclis önlerinde haykırarak seslerini duyurmaya çalıştılar, bu yasalara dur dediler.

“Hayatımızın karartılmasına izin vermeyeceğiz”, “Eşit ve özgür bir hayat için bu yasalar böyle geçmez” diye OHAL koşullarının baskıcı koşulları altında iradesini duyurmaya çalışan kadın kitleleri varken, yöntem yine zorla ‘rıza’ üreterek kadınların haklarını, hayatlarını tırpanlamak. Çünkü yerleştirilmeye çalışılan tek adam/tek parti rejiminin saltanatını güvenceye alması için, evlerde de bu zihniyetin daha fazla tezahür etmesine ihtiyacı var.

“Rızamız yok hayatımızın karartılmasına” diyor ve demeye devam edecek elbette kadınlar. Üzerlerine nasıl bir karanlıkla çullanılırsa çullanılsın. Çünkü o karanlıklara ışık olan, o karanlıkları aşacak gücün soluğu yüz yıldır sönmedi belleklerde. Hiçbir ekonomik, dini, yasal kısıtlamayla engellenmeden, kadınlara özgürleşmeleri için tüm gerekli zemini sağlayan Ekim Devrimi’nin büyük mirası, dersleri heybemizde. Ekim Devrimi’nin ilk uygulamaları da yeni bir toplumun yeni kadınını, erkeğini ve ailesini yaratmak çabasıyla kadına ve aileye dairdi. Devrimin ilk işi kadını evden dışarı çıkarmaya, üretime katmaya, özgürleştirmeye yönelik, eski ailenin cenderesinden kurtulması için, eksiksiz tanınan haklarından fiilen yararlanması için kadınları güçlendiren adımlar atmak olmuştu.

Ekim ayı büyük umutların ayıyken acıların da ayı bizim için. 10 Ekim katliamında yitirdiklerimizin anısı da, iki yıl önce bugün yitirdiğimiz Sennur ablamızın şiirleri de umut olmaya, ışık olmaya, direnç vermeye, yol göstermeye devam ediyor... Onun ‘İnsanlar öldürülürken’ şiirinde,

“Yıldık mı, yorulduk mu, döndük mü, önemli bu
Sığındık mı bilinen çaresiz yalanlara
Ölenler, öldürülenler kırdı mı direnmeyi
İşlemedi mi dipte kanayan eski yara?”


...dizeleriyle sorduğu soru ile çocuklarımıza vereceğimiz yanıt var aklımızda.
Ne yıldık, ne yorulduk, ne döndük yolumuzdan...
İsteklerimizin, özlemlerimizin ve hayatımızın sınırlarını bizi dinlemeyen, irademizi temsil etmeyen bir Meclis ve onun çıkartacağı yasalar belirleyecek değil ya... Yıllardır “Üç çocuk doğur, annelik kutsaldır” diyenlerin attıkları her adımla çocuklarımızı geleceksizliğe mahkum ettiklerini gördük. “Kadına şiddeti önleyeceğiz” diyenler her ağzını açtığında aramızdan birinin eksildiğini gördük. “Çocuk istismarına af yok” diyenlerin istismar yuvalarına hibe ettiği zenginlikleri gördük. “Kadınlara istihdam yaratıyoruz” diye emeğimizi daha ucuz ve daha güvencesiz hale getirdiklerini gördük. “İstikrar” diye diye çarşı pazar fiyatlarını her geçen gün nasıl artırdıklarını, “silah alacağız” gerekçesiyle sırtımızdaki vergi yükünü daha da katmerleştirdiklerini gördük. “OHAL’i biz devlete karşı ilan ettik” diyenlerin grevleri yasakladığını, üstüne çıkıp patronlara açıkça “OHAL’i grevleri yasaklamak için kullanıyoruz” dediğini gördük.
Ne çaresizliğe sığınacağız, ne direncimizi kırmalarına izin vereceğiz...
Biz kadınlar; kaderimizin kimsenin iki dudağı arasında olmayacağı, eşitliğin her alanda güvence altına alındığı, ne giyeceğimize, nasıl davranacağımıza kimsenin karışamayacağı, kadınlara ve çocuklara karşı işlenen suçların cezasız kalmayacağı bir düzen istiyoruz. İnsanca çalışıp insanca yaşayabileceğimiz, eğitim ve sağlığın sorun değil hak olduğu, güvenli bir gelecek ve barış içinde bir ülke istiyoruz.
Biliyoruz, vermeyecekler... Ama bilsinler ki bizim esarete ve karanlığa rızamız yok!
***
Her sayımızda “hayatının karartılmasına” izin vermeyen, vermek istemeyen yeni kadınlarla buluşmaya devam ediyoruz. Bu ay da birçok ilden ve ilçeden kadınlar, sorunları ve soruları, sevinç ve kaygıları, isyan ve dirençleriyle yer buluyor sayfalarımızda. Umudumuzu ve direncimizi çoğaltmak için mektuplarınızı, yazılarınızı bekliyoruz.

İlgili haberler
Sosyalizmi kurmak Adem’den değil, Havva’dan başlad...

Devrimden önce çalışan kadınlar sadece evlerde hizmetçi ya da çiftliklerde işçiyken, sağlanan eğitim...

‘Eğreti Yaşamlar’ın mahalleli kadınlara gösterdiği

Kadınların içinde bulunduğu durumu gözler önüne seren ‘eğreti yaşamlar’ dosyası aslında dernek olara...

İnsandan insana kurulan bağ ayakta tutacak kadınla...

Yoksul kadınların ortak öyküsünü okuduk ‘Eğreti Yaşamlar’ dosyasıyla. Esenyalı’dan memleketteki tüm...