Koca bir hayat 7 bavul: Namıdiğer Kızıl Rosa
Jülide Kural’ın nefis oyunculuğuyla canlanan Rosa Luxemburg, bildirileri, çiçekleri, kitapları ve şapkaları ile umudunu asla yitirmeyen bir kadın devrimci olarak bugün yaşıyor gibi sahneleniyor.

Usul usul ışıkları açılıyor sahnenin ama hâlâ her yer loş. Bir bavulun üstünde oturan ufak tefek bir kadın nasıl öldürüldüğünü anlatarak başlıyor hikayesine ve diyor ki “Ben Rosa. Namıdiğer Kızıl Rosa.” Rosa Luxemburg. Sahnede alabildiğine az eşya var, dekor yok desek yeridir. Ancak tüm dekorların, tüm araçların yerine geçecek Jülide Kural ya da sosyalist bir devrimci olan Rosa Luxemburg karşılıyor bizi. Her sözü, vurgusu, coşkusu, üzüntüsü, haykırışı kalabalık bir oyuncu kadrosuyla çıkarılmış bir hayat temsili adeta. Bir bakıyorsunuz ilk aşkı Leo Jogiches olmuş, bir bakıyorsunuz sevgili arkadaşları Lulu ve Clara Zetkin, kimi zaman Alman Sosyal Demokrat Partisinin revizyonistlerinin, kimi zamansa Alman faşizminin yansıması oluyor sahnede. Shakespeare’in hayatı tiyatro metaforuyla tariflediği bu dizeler “Bütün dünya bir sahnedir/ Ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu.../ Bu sahneye girerler ve çıkarlar. /Bir kişi hayatı boyunca birden fazla rolü oynar (…) ” Kural’ın sahnesinde can buluyor yeniden. Leo’nun aşkı Rosa, Polonyalı ailesinin asi kızı Rosa, faşizmin ve kapitalizmin düşmanı genç devrimci Rosa, Marksist entelektüel Rosa, parti işçisi Rosa, arkadaşlarıyla eğlenen şarkılar söyleyen Rosa, tüm bu rollerinden altından mücadelesiyle kalkan Rosa Luxemburg olarak sahnenin bir o köşesinde bir bu köşesinde...

CANI KANIYLA ROSA

Tiyatro gösteri sanatlarının arasında sözün eyleme dökülmesi, yansıması açısından görülecek en metaforik dallardan biri. Kural, Luxemburg gibi politik bir hayatı didaktik anlatıdan çıkarıp canlı kanlı bir kadın olarak karşımıza çıkarırken metaforlarla bezemiş sahneyi. Aynı zamanda tiyatro salonunu adeta miting meydanına, konferans salonuna çevirecek kadar da gerçekçi anlatı şeklini tercih etmiş. Sahnede yedi adet farklı büyüklükte ve renkte bavul konulmuş. Her birinin üzerine Luxemburg’un hayatında mihenk taşı olan yolculuklar ve mekanların ismi yazılmış. Zamoscz ve Varşova bavulunu eline almasıyla başlayan çocukluk anlatısı ve sakatlanma hikayesi, ailesinin kız çocuğu olarak ondan beklediği normları anlattığı ilk bellek oluyor. Bu bavulların içinden o dönem elbise içlerine veya dışına kullanılan bir bel korsesi çıkıyor ve Luxemburg bu korseyi ve toplumsal rolünü nasıl reddettiğini bavulu kapatıp bir köşeye atarak gösteriyor. Zürih bavulu ile 15 yaşındayken tutuklanma tehlikesi ile karşılaştığı için kaçtığını, biricik aşkı Polonyalı devrimci Leo Jogiches’le tanışmasını anlatıyor. Kalan diğer bavullar ise Berlin, Paris, Lenin, Hapishane gibi hayatının akışında önemli olayların konu olduğunu gösteren bir anlatıyla sunuluyor izleyiciye.

İÇİNDEKİ BAVULLARI TOPLAMA ZAMANI

Bagaj belki de bellek için en bilinen metaforlardan biridir. Biriktirdiğimiz her an, bilgi, hayata dair her şeyimiz bizleri oluşturan bagajlarımızdır. Ve o bagajlarla birlikte yol alırız hayat boyu, hatta gittiğimiz yerlerde. Rosa Luxemburg, çocukluğundan itibaren bagajını elini alıp yollara düşmüş, her zaman kendini geliştiren toplumun bagajlarına sığmayan bir devrimci olmuştur. Kimi zaman o bagajları tıpkı Jülide Kural’ın sahnede kaydırdığı gibi geride bırakmayı göze almış cesur bir kadındır. Kimi zamansa -Berlin bavulunda olduğu gibi- üzerine çıkmış kitlelere “Bütün dünyanın proleterleri birleşin. Yaşasın dünya proleter devrimi!” diye çağrı yapacak bir birikim temsilidir. Kural’ın Berlin bagajının üzerinden çağrılar yapması tesadüfü değildir, aksine Rosa Luxemburg’un Kızıl Rosa olarak hafızalara kazınmasının nişanesi olan mücadele şehridir Berlin. Kural, Luxemburg ve biricik aşkı Leo ile ayrılıklarının üzerine şu sözleri söyleyerek bavul-bagaj metaforunu doğrudan işaret etmektedir: “Kendi içindeki bütün bavulları toplama zamanı Rosa”. Leo’ya dair sevgili belleği son bulsa da ölüm anlarına kadar devrimci mücadeleleriyle dolu olan bagajları hep onlarla beraber olmuştur. Rosa Luxemburg gibi birçok ülke, şehir gezmek durumunda kalmış olan bir kadın devrimci için çarpıcı ve yaratıcı bir sahne metaforu olmuştur bavullar. İçlerine koyduğu bildirileri, çiçekleri, kitapları ve şapkaları ile umudunu asla yitirmeyen, son ana kadar tüm inancıyla mücadele eden bir Rosa Luxemburg’tur karşımızdaki.

Oyunun sonunda ise Kural’ın sarıldığı sade, kırmızı kumaş ile “Vardım, Varım, Var olacağım!” sözleri adeta her birimizin haykırışı gibidir. Tüm hayatını sosyalizm mücadelesi ile saran Luxemburg’un Kızıl Rosa olarak mücadelemizde ve belleklerimizde yer etmesinin sarınma imgesiyle verilmesi ise böylesi sembolik bir tiyatro izlemenin hazzını bıraktı bizlerde.

Fotoğraf: Basın bülteni