Fabrikadan ibaret bir hayat, hayat mıdır?
'Yoksulluğun ve fazla çalıştırılmanın bir sonucu olarak, işçi kadınlar tüm yaşamlarını fabrikaya adapte ediyor.'

“Kendini tekrar eden günler. Hep aynı şeyler. Ne bir sosyalleşme alanı ne de başka bir şey. Sabahtan akşama kadar çalışıp kalan az zamanı da evdeki işler için harcadıktan sonra ne kalıyor ki geriye” diyor metal işçisi kadınlar. Eskiden arada bir dışarı çıkardık. Bir çay içmeye veya bir arkadaş düğününe gitmek bile iyi oluyordu. Şimdi, uzun bir süredir geçim sıkıntısının dayattığı koşullar yüzünden işçi kadınlar her şeyden vazgeçmiş durumda.

Bir grup metal işçisi kadınla sohbet ediyoruz. Üç yıldır aynı fabrikada çalışan Dilara başlıyor anlatmaya: “Evlenen bir arkadaşın düğününe birlikte gitmenin dışında hiçbir şey yapmamışız. Bir şey yapmaya niyetlendiğimizde ya paramız yoktu ya da son dakikada fazla mesai olduğu için planımız belirsizliğe ertelendi.”

Fabrikada altın günü

Çalışma koşulları oldukça kötü olan bu fabrikada kadın işçilerin yaşadığı sorunlar had safhada. Yemek yerken “Acaba bu yemekten hangi böcek çıkacak” diye korka korka tabağını eşelemekten içtiklerin suyun dibindeki pisliğe kadar hiç de insanı olmayan koşullarda çalışıyorlar. Sayı baskısı, fazla mesaiye zorlama, her gün tutanak tutma artık bir ritüel haline gelmiş. İşçiler zaman zaman bunu değiştirmek için hamleler yapmış. Genelde birbirlerine olan güven sorunu ve patronun her hamleyi işten atmakla cezalandırdığı bu ortamda bazen kendilerine motivasyon noktaları bulmuşlar. Bunu da Asmin’den dinleyelim: “Evden ara sıra yemek getiriyordum. Sonra arkadaş grubumla şöyle yapmaya başladık. Kendimize günler belirledik ve sabah kahvaltısını birlikte evden getirdiklerimizle yapmaya başladık. Yemek molalarımızda bu durum bizim için bir etkinliğe dönüştü. Herkes evden tatlı, kek, kurabiye gibi şeyler getiriyor ve hep beraber yiyoruz. Böylelikle sosyalleşmiş oluyoruz. Mesela pazar mesailerinde sabah kahvaltısını yine organize edip birlikte yiyoruz.”

Bu da bir şey mi! Altın günlerini de fabrikada yapar hale gelmişler. Altın dediğime bakmayın. Anlaşılsın diyerek altı günü yazıyorum. Zaten kim kaybetmiş ki altını bu kadar düşük ücretle çalıştırılan kadınlar bulsun. Neyse, başka bir grup da hem biraz birikim olsun hem de sosyalleşelim düşüncesiyle çay, yemek molalarında gün yapmaya başlamışlar.

Ölse de tazminat vermez

Aslında yoksulluğun ve fazla çalıştırılmanın bir sonucu olarak, işçi kadınlar tüm yaşamlarını fabrikaya adapte ediyor. Dışarıda aileleri, arkadaşları ve birbirleriyle zaman geçirmemeleri onlar için normale dönüşüyor. Bunun normal olmadığı aslında açıkça ortada. Elbette bunun farkındalar ama “Biz ne yapabiliriz ki?” noktasındalar. Bazen tepeleri atıyor, ani bir şekilde patlayıp sönüyorlar. Canına tak edenler ise tazminat ve benzeri haklarını bir çırpıda bırakıp gidiyorlar. Bu durumda kazanan hep patron oluyor bu fabrikada. Özellikle patronun işçiler üzerinde yarattığı imaj “Ben kimseye tazminat vermem” şeklinde ve işçiler de buna çok ikna olmuş durumda. “O patron ölse de bize tazminat vermez” diyorlar.

Ama şu an ufak da olsa burada başlayan hareket onlarını birlik olmaya zorluyor. Birbirlerine güvenmenin yollarını arıyorlar. Öncü olabilecek işçilerin şimdilik kendilerini geri çekmeleri bazen umutsuzluğu büyütüyor. Öncü işçilerin yaşadıkları sorun ise genelde kendilerine olan garip güvenleri, “Ben istesem yaparım ama buradaki bazı işçiler için değmez” demeleri.

İşçilerin çalışma koşullarını ve yaşamlarını değiştirme potansiyelinin ortaya çıkabilmesi için birbirine güvenmeyi öğrenmesi ve birlikte hareket ettiğinde elde ettiği kazanımları görmesi gerekiyor. Bu kazanımlar sadece kendi fabrikasından ibaret olmak zorun değil. Yakın zamanda başarıya ulaşmış grev, direniş örneklerinden de dersler çıkarabilmeleri önemli.

Fotoğraf: Yapay zeka tarafından oluşturuldu