“Şeyleri ucuz tutmak pahalıya mal olur.”
Yedi Ucuz Şey Üzerinden Dünya Tarihi
Kızımın yaptığı minyatür bir hayal defteri var. İlk sayfasında şunlar yazıyor: “Umarım birlikte Londra’ya gidip sonra da Harry Potter’ın çekildiği yerleri görürüz. Yazın otelde bir sürü güzel yemek yiyip sıcak havuza gireriz. Mayıs ayında da kulağımı deldiririz.”
Geçenlerde kulağını ikinciye deldirdiğimiz düşünülürse geriye gerçekleştirilecek çok da mühim bir hayal kalmamış… Açıkçası henüz sınırsız hayal kurma yaşlarında olmasını kıskanıyorum. Çünkü ben hayal kurarken bile -pardon hayal kurmak mı dedim?- gerçekten bir saniyeliğine ayrılamazken demeliydim genelde çemkiriyorum. Çünkü şimdi nihayet orta yaşlarımda ve hayatımın 30 yılını çalışarak geçirmişken bir şeyleri ferah feza hayal edip yapabilmem lazım(idi). Halbuki çarşıya pazara çıktığımda baktığım fiyatları algılayamayan yaşlı teyzelere döndüm. Sanki benim zamanımın parası tedavülden kalkmış da yeni para birimiyle hesaplarken beynim yanıyormuş gibi… Herhangi bir “şeyin” rayicini tahmin edemeyecek haldeyim. Kahve 150 lira mı tamam, köfte 320 lira mı peki, kerpiç ev 2 trilyon mu neey? Milyar olmasın. Trilyon m? Karpuzun kilosu 19 lira, kirazın yüz lira. Aklımda tutsam mı ki nasılsa yarın bambaşka bir fiyat görüp suçu B12 eksikliğine atacağım.
Doğduğum sınıf itibariyle “sen onu bulduğuna şükret” düsturuyla yetişmiş biri olarak iktidarın yöntemlerine ayılmış olmayı kâr sayıyorum. Sokaklarda “Yaşasın kral!” diye bağıran bir dilenci de olabilirdim. Rahip krallar, firavunlar, imparatorlar ülkelerinde kıtlık yaşanmasın diye aslında kıtlık onların varlığını tehdit eden bir mutsuzluğa dönüşmesin diye gerçekleri fantastik bir forma sokup tanrısallaştırmışlar. Zigguratların deposuna tahıl dolduran rahip kralın bunu vergi olarak değil de “kurban” olarak toplamasıyla, kaybettiği bir savaşı tanrının kızgınlığına bağlayan firavunun yöntemi aynıdır. Kendi meşruiyetini tanrısallaştırmak… Deprem, sel, kuraklık…vs. bu bağlamda okunduğunda günümüzde bile tanrının siyasetin bir argümanı olarak kullanıldığını görebiliriz. Yoksa biliyorsunuz tarımda biz yirmi yılın en yüksek atılımlarını yaptık. Ama işte muzu taneyle almamızın nedeni takdiriilahî…
Tasarruf, tasarruf, tasarruf… Sanal ekonomik gerçekliğin içinde kumbarasına attığı bozukluklar alttaki bir delikten düşüp kaybolan biri olarak naçar girişimlere teşvik ediliyoruz. Neyin tasarrufu? Minimumda yaşayan insanlara tasarruf deyip de ekonomiyi unutturacak yapay gündemlerle bir simitin 15 lira olması gerçeğini değiştiremez.
Vakti zamanında Bizans İmparatoru Diocletianus, “Tavan (En Yüksek) Fiyatlar Fermanı”, “Edictum de pretiis Rerum Venalium” yayınlayıp birçok ürün için tavan fiyat belirlemiş ve bu fiyatların aşılması halinde ölüm cezasına varan yaptırımları yürürlüğe sokmuştur. Ferman, Üçüncü Yüzyıl Krizi dâhilinde ortaya çıkan enflasyonu durdurma amacı gütmektedir. Bilin bakalım durdurabilmiş midir?
Enflasyon, ölüm cezasından korkmuyor. Enflasyon, kendini tanrısallaştıran hiçbir imparatordan korkmamış. Ekmek için ayağa kalkan kadınlardan korkmuş ama. Tarihteki bütün devrimleri başlatan o talepkâr sesten. Fransız ihtilalini de Bolşevik devrimini de başlatan yiyecek ekmek talep eden kadın hareketleridir. Sonrasında bu gerçeklik talebini alıp büyütüp başka iktidar mücadelelerine çevirenler de bilin bakalım kimler? Daha önce de yazmıştım, bizim eski imparatorluğumuzun ilk kadın ayaklanması da ekmek için olmuştur. 1828 yılında kadınlar, karaborsacıların buğday ambarlarını basıp dönemin İzmir valisi Hasan Paşa’ya ekmek zammını geri alması için baskı yaparlar. Vali üç gün süren isyanı bastıramayıp ekmek zammını geri çeker.
Hissediyorum ki birçoğumuz aslında pek çok şeye duyduğumuz gerçek yoksunluğu dillendiremeyip, bizi tetikleyen başka bir ezilme hikayesinin peşine düşerek tepki gösteriyoruz çoğu zaman. “Üç beş ağacın”, “başıboş köpeklerin”, “orada ne işi var bir kadının”… Gücü yetmeyenin gücü olmaya çalışırken bir araya gelen bir insanlık bu.
Teslimiyetin ataletinden kurtulmanın ve ferah feza bir hayal defteri yapmanın vakti çoktan gelmiş. İlk sayfasına da inşallah Oxford’a giderim de Voldemort’un küllerinin savrulduğu avluda durup gökyüzüne bakarım yazacağım ben… Herkesin adını anmaya korktuğu bir hortlağı da içimde yok edip başka hayaller kurarak.
Fotoğraf: Canva Pro Kolaj
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.