AKP’li yıllarda kadınların haklarını gasp etmeye dönük yapılan ve yapılmak istenen pek çok yasal değişiklik oldu. Sayfa sınırımız nedeniyle biz bu değişikliklerin sadece dört başlığını inceleyeceğiz. Yasal değişiklik girişimlerinin ortaklaştığı bir nokta tarikat çevrelerini de kapsayacak şekilde radikal muhafazakâr kesimlerin, bu değişiklik taleplerinde en önde bayrak sallamasıydı.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalanmış, 1 Ağustos 2014 tarihinde de yürürlüğe girmişti. Bu dönem AKP’nin Avrupa Birliği’ne girmeyi zorladığı ve iç hukukta buna uygun pek çok düzenlemeyi yapmak zorunda kaldığı döneme denk geliyor.
Medeni Kanun neyse İstanbul Sözleşmesi de tıpkı onun kadar güçlü bir hukuki metindi. Sözleşme, kadına yönelik şiddetin önlenmesini amaçlıyor, bunun yolunun da toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasından geçtiğini söylüyor.
Kadınlar, sözleşmenin ülkemizde yürürlükte olduğu dönemde de iktidara sürekli “İstanbul Sözleşmesi’ni uygula!” demek zorunda kaldı. Evet mevzuatta birtakım düzenlemeler oldu, 6284’ü kazandık. Ama Sözleşme’nin verdiği ödevler konusunda AKP her zaman sınıfta kaldı. İmzalamasının üzerinden birkaç yıl geçtiğinde Sözleşme’nin iptali tartışmalarının fitili ateşlendi. Taa ki kadınların yaşam hakkı, gerici tarikat ve cemaat çevreleri ile Cumhur İttifakının yeni gözdeleriyle ittifak ve oy hesaplarında pazarlık konusu olarak masaya konmasına kadar.
KÜRTAJ HAKKI
Kürtaj Türkiye’de 1983 senesinde yasal hale geldi. Medeni Kanun, Türk Ceza Kanunu ve Nüfus Planlanması Kanunu’nun kesişimi olarak; anne karnındaki ceninin 10. haftaya kadar alınması yani kürtaj işlemi yasal kabul ediliyor. İkinci bir durum bebeğin anne sağlığını tehdit etmesi halinde süreyle bağlı olunmaksızın bebeğin alınması mümkün. Cinsel saldırı için öngörülmüş 20 haftalık kürtaj süresi bulunuyor. Yasal düzenleme bu şekilde.
2012 yılında Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan yaptığı bir konuşmada kürtajı bir cinayet olarak gördüğünü ve sezaryenle yapılan doğumlara karşı olduğunu söylemişti. Erdoğan’ın açıklamasından sonra da Sağlık Bakanlığı’nın kürtaj konusunda bir rapor hazırlayacağı ve konu ile ilgili yeni yasal düzenlemelere gidileceği, kürtaj için mevcut 10 hafta limitinin dört haftaya indirilebileceği açıklandı. Bu dönemde kadınların ülkenin pek çok noktasında sokağa çıkıp kürtaj hakkına sahip çıkması iktidarın bu adımı atmasını engellemeyi başardı.
Bir hakkın var olması onun kullanılabileceği anlamına gelmiyor. Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet Merkezinin 2020 yılında yaptığı Türkiye’deki Kamu Hastanelerinde Kürtaj Hizmetleri Araştırması’na göre 295 kamu hastanesinden 10 tanesinde isteğe bağlı kürtaj hizmeti herhangi bir şart gösterilmeden sağlanıyor. ͘Kürtaj yapmanın yasal olmadığını söyleyen 55 hastane olması da genel bir anlayışı gösteriyor. Bu tablonun arka planında ise “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum, her kürtaj bir Uludere’dir” diyen, “Tecavüzcü kürtaj yapandan daha masum” diyen Erdoğan ve kürtaj karşıtı politikaları var.
ÇOCUK İSTİSMARINI AKLAMA ÇABASI
Bugün kullandığımız 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu 1 Haziran 2005’ten beri yürürlükte. Eski Ceza Kanunu, tecavüz suçunu işleyen kişinin tecavüze uğrayan kişi ile evlenmesi halinde cezasının kaldırılmasını öngörüyordu. Yürürlükte olan TCK’nda ise çocuk istismarı suçu 103. madde ile düzenleniyor. Eskisinden farklı olarak evlilik yoluyla istismarın affedilmesi düzenlemesini içermiyor.
Ancak 2016’da AKP, TBMM’ye büyük tepkilere yol açan bir kanun değişikliği önergesi sundu: “Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın 16/11/2016 tarihine kadar işlenen cinsel istismar suçundan, mağdurla failin evlenmesi durumunda, ceza açıklanmasının geri bırakılmasına, hüküm verilmiş ise cezanın infazının ertelenmesine karar verilir…”
Bu önerge hem mecliste hem de sokakta kadınların karşı çıkması sayesinde kanunlaşamadı. Ama öyle fırtınalar kopardı ve gelecekte de bu tartışmaların sürdürüleceği o kadar ayan beyan ortadaydı ki tüm ülkeden 303 kadın örgütünün imzacı olmasıyla TCK 103 Kadın Platformu kuruldu.
2018’de aynı tartışmanın fitili bir daha ateşlendi. Çok yakın tarihlerde 5 yaşın altında iki çocuğun istismar edildiği haberi duyulunca çocuk istismarının önlenmesine ilişkin talep büyüdü ve bakanlıklar nezdinde Çocuk İstismarı Komisyonu kuruldu. Komisyon yasa taslağı üzerine çalışmalar yaptı. Yasayla, küçük çocuklara yönelik cinsel istismar suçunun cezası miktar olarak artırılmıştı ama bu kez çok daha problemli bir düzenleme karşımızdaydı. Yasalaşan tasarı, suçun cezasının belirlenmesinde bir kademelendirmeye gitti. Cinsel ilişkiye rıza yaşı 12’ye düşürüldü. Böylece evlenme yaşının 12 yaşına kadar düşmesine yol verilmiş oldu.
2020’de, mahkemeler tarafından verilen cezaların nasıl uygulanacağını düzenleyen İnfaz Kanunu’nda değişiklik tartışmaları gündemimize geldi. Kim tarafından hazırlandığı ve kim tarafından servis edildiği belli olmayan, TCK 103’e ilişkin bir kanun teklifi metniyle karşılaştık. Teklif, 14 yaşından büyük çocukların istismar edildikleri kişi ile arasında 15 yıla kadar yaş farkı olması halinde evlilik yoluyla istismarcının aklanmasını içeriyordu. Meclisten geçemeyeceği anlaşılınca teklif sunulmadı.
NAFAKA HAKKI
Nafaka hakkı ülkemizde Türk Medeni Kanunu ile düzenleniyor. Yoksulluk nafakasının kanuni tanımı şöyle “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.” Nafaka hakkına yönelik saldırıların temel noktasını da bu tanımda yer alan “süresizlik” olgusu oluşturuyor.
2016 yılında kurulan, hazırladığı birbirinden skandal raporlarla ya da rapora dahi dayanmayan değişiklik önerileriyle hayatımıza kocaman bir “Boşanma Komisyonu” girdi. Bu komisyonun marifetlerinden biri de yoksulluk nafakasının süre ile sınırlandırılması önerisi oldu. Bu öneriden sonra, bugüne dek o yılı takip eden hemen her yıl bir şekilde süresiz nafaka AKP eliyle gündem edildi. AKP iktidarı ve “nafaka mağdurları” lobisi gündem ettikçe kadınlar itiraz etti, hakkın kapsamını daraltmak isteyen ısrarlı çıkışlara karşı kadınlar da ısrarla karşı çıktı.
Bu tartışmalar aslında kadınların boşanma kararını cezalandırma isteğinden, boşanma hakkını kadınların elinden alma isteğinden başka bir anlam ifade etmiyor.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.