AİHM kararı bize ne diyor?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kadınların ‘boşandıktan sonra yeniden evlenebilmek için 300 gün beklenmesi koşulu’ ile ilgili kararında, bunun ayrımcı bir uygulama olduğunu söyledi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, geçtiğimiz hafta verdiği, kadınların “boşandıktan sonra yeniden evlenebilmek için 300 gün beklenmesi koşulu” ile ilgili kararında, bunun ayrımcı bir uygulama olduğunu söyledi. Bu durumu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin aile ve özel yaşama saygıyla ilgili 8. maddesine, ayırımcılığın yasaklanmasıyla ilgili 14. maddesine ve evlenme hakkıyla ilgili 12. maddeyi ihlal ettiğine karar verdi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye ile ilgili verdiği kararlarla iç hukukta önemli etkileri olan kararlar vermiş oldu ve vermeye devam ediyor. Son zamanlarda verilen bu kararların bir kısmı kadınların yaşadığı ayrımcılık ilkesi ile ilgili.

NAHİDE OPUZ’UN YAŞADIKLARI

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kadınların hakları ile ilgili verdiği ilk karar ve emsal karar Nahide Opuz kararıdır. Nahide Opuz kararı, bir ülkenin kadına yönelik şiddet eylemlerini engellememesi açısından verilen ilk mahkumiyet kararıdır. Nahide Opuz, kendisine ve ailesine şiddet uygulayan, annesini öldüren, tehdit eden kocasını devlet makamlarına tam 36 kez şikâyet etmesine rağmen onu koruyamayan T.C. hükümetine karşı 2002 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulundu. AİHM 9 Haziran 2009 tarihinde, Nahide Opuz’un annesinin öldürülmesinin yaşam hakkını ihlal ettiğine; Nahide’nin eski kocası tarafından şiddete karşı korunamaması bakımından işkence ve kötü muameleye maruz kaldığına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ayrımcılık yasağının da ihlal edildiğine karar verdi. Bu karar Türkiye açısından bir ilkti ancak maalesef son olmadı.

Bu kararın ardından 28 Haziran 2016’da AİHM, Halime Kılıç/Türkiye kararında, Türkiye’nin gerekli mevzuat değişikliklerini yapmakla birlikte Türkiye hükümeti ve yetkili organlarının mevcut yasal düzenlemelerin etkili bir biçimde uygulanması konusunda yetersiz kaldığını belirtti.

2016 yılından bugüne geldiğimiz noktada ise her gün kadınların öldürüldüğü bir ülkeye uyanıyorsak, iktidarın mevcut yasal düzenlemelerinin etkili bir şekilde uyguladığını hâlâ söyleyemeyiz.

KADININ SOYADI TARTIŞMASI

Kadının evlilik ile eşinin soyadını alması tartışması da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kadın hakları açısından önemli kararlarından biri oldu. 2002 tarihinde yürürlüğe giren Medeni Kanun’daki değişiklikle “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna ya da daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir.”

Önceden de Anayasa Mahkemesi önüne geldi ve mahkeme, “itiraz konusu düzenlemenin, sosyal gerçeklerin doğurduğu zorunluluklardan ve kanun koyucunun yıllar boyu kökleşmiş bir geleneği kurumsallaştırmasından kaynaklandığını, kamu yararı, kamu düzeni ve kimi zorunluluklar nedeniyle” Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verdi.

Ayşe Ünal Tekeli tarafından, yalnızca evlenmeden önceki soyadını kullanmak için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruda Mahkeme, 2004’teki kararında kişinin soyadının kimlik ve aile bağını etkilediği, dolayısıyla aile soyadının belirlenmesine ilişkin ulusal düzenlemenin kadın ve erkek arasında farklı muamelede bulunabilmek için nesnel ve makul bir sebebin olması gerektiğini ancak soyadının bu nitelikte olmadığına karar verdi. AİHM’in bu kararını benzer nitelikte başka başvurular ve ihlal kararları izledi. Bugün geldiğimiz noktada ise, Anayasa Mahkemesi, nisan ayında verdiği kararla kadının soyadı olarak yalnızca evlenmeden önceki soyadını kullanmasını engelleyen hükmü eşitliğe aykırı bularak Medeni Kanun’un 187. maddesinin ilk fıkrasını iptal etti.

300 GÜN BEKLEME ZORUNLULUĞU İHLAL SAYILDI

Medeni Kanun’da erkeğin evliliği son bulduktan hemen sonra tekrar evlenebilmesi için herhangi bir süre kısıtlaması yok. Medeni Kanun’un 132. maddesindeki düzenleme, sadece kadın için geçerli olup, kadın evliliği sona erdikten ya da eşi öldükten sonra 300 gün geçmeden tekrar evlenemez. Eğer kadın bu 300 günlük süre içerisinde doğum yaparsa bu durumda çocuk, boşandığı eşinden sayılacak ve yasal bekleme süresi bitecektir. Bu düzenlemenin gerekçesi olarak da en uzun gebelik süresi 300 gün içerisinde kadının önceki evliliğinden hamile olup olmadığının belli olacağı ve doğacak çocuğun babasının kim olacağının tespitinin karışmamasıdır (!)

Kadının 300 gün bitmeden tekrar evlenebilmesi için iki yol vardır: ya boşandığı eşiyle tekrar evlenmek istemesi ya da boşandığı eşinden hamile olmadığının tespit edilmesi. Bunun için kadın aile mahkemesine başvurmalı ve hamile olmadığına dair kendisinin mahkeme kanalı ile hastaneye sevki sağlanarak rapor almalı. Bu 300 günlük sürenin başlangıcının ise boşanma davasının kesinleşmesinden itibaren başladığını ve bir dava dosyasının istinaf mahkemesinde, Yargıtay’da yıllarca beklediğini de düşünürsek, bu durumun kadınların tekrar evlenebilmek için önlerinde uzun ve ayrımcı bir süreç olduğunu zaten gösteriyor.

Medeni Kanun’un alındığı İsviçre’de benzer düzenleme 2000 yılında kaldırıldı.

AİHM de Nurcan Bayraktar başvurusunda biyolojik babanın kim olduğunu tespit etmek için 300 gün beklemenin veya dava açmanın modern toplumda yeri olmadığını ifade etti. 300 günlük bekleme süresi uygulamasının doğrudan bir cinsiyet ayrımcılığı anlamına geldiğine ve doğacak çocuğun babasının kim olduğu üzerindeki belirsizliği önlemek amacıyla alınan bir tedbir olduğu savının bu ayrımcılığı haklı gösteremeyeceğine işaret etti. Bu uygulamanın, kadının biyolojik özelliğinden kaynaklanan bir uygulama olduğu ve kadınların haklarını kısıtlayan bir uygulama olduğu AİHM tarafından da tespit edilmiş oldu. Şimdi iç hukukta buna ilişkin nasıl bir düzenleme yapılacağının takip edilmesi gerekiyor, buna yönelik yasal mücadele ise hâlâ sürüyor.

KARARLARIN ARDINDAKİ MÜCADELE

Tabii tüm bu saydığımız kararları AİHM kendiliğinden vermiyor. Arkasında yıllarca süren kadınların, kadın hukukçuların mücadelesi var. Özellikle önümüzdeki dönemde kadınlara yönelik koruyucu yasal düzenlemelerden olan 6284 sayılı Kanun düzenlemesi, nafaka hakkı gibi düzenlemelerin değiştirilmesine yönelik karanlık ittifak ortaklarının planları düşünülünce biz kadınları bekleyen daha da kısıtlanacak hayatlara mahkum olmamak için birlik ve dayanışma daha da önem kazanıyor. “Modern toplumda yeri yok” denilerek ayrımcı olduğu tespit edilen uygulamalar karşısında, “Anadolu’da yıllardan beri nenelerimiz 14, 15 yaşlarında evlenmiş” diyen siyasi iktidarın ortağı Yeniden Refah Partisinin çağ dışı söylemlerine karşı haklarımızı savunmak için her alanda mücadeleyi büyütmek zorundayız.

Fotoğraf: Unsplash

İlgili haberler
İsmini bile sormadan ‘Geç tezgaha’ diyorlar

‘Eğer 30 yaşın üstündeyse buralara mahkum oluyorlar. Bazıları hariç çoğu atölyede sigorta bile yapıl...

Taciz, hiçe sayılma, her koşulda işe devam etme: Ç...

Neydi bu ayrımcılık kendi çalışma ortamımız içerisinde? Takım liderlerinizden cinsel taciz görmekti...

Buruk bir bayram, kayıp bir şehir…

Bu sene depremin ardından Kurban Bayramı neşeli ev ziyaretleri yerini hüzne ve acı bir burukluğa bır...