GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Ağabeyim Bir Fesleğen mi?
Ağabeyim başka bir zamana aitmiş gibi duruyordu yanı başımızda. Kaç başka zaman yaşamışız bizim evde. Kaç dil konuşuluyor, belli değil. Annem hâlâ soğanı kısık ateşte kavuruyordu...


Bıçağımın ucundaydı 
İnsanların Hafızası 
“insan unutandır 
Ve insan unutulmaya mahkûm 
Olandır.” 
Tanrı şöyle dedi o 
Zaman 
Ah!*

Kapıyı açtım. Cam kenarında fesleğenim beni bekliyordu. Avucumun içiyle okşadım saçlarını. Kevensi görünüşüne rağmen yumuşacıktı. Kokladım. Bana gülümsedi. Yatağıma yöneldim. Kırrrk sekkiz saaat. Üzerine bir kırk sekiz daha. Saatler fır fır döndü. Kim demiş zaman geçmez diye. Akrep yelkovanı, yelkovan akrebi. Yapışkan bir sıvıydı uyku geçtiği her yana bulaşıyordu. Her şeyi kendine çeviriyordu. Takvimlerden başka. Sadece takvimler hatırlıyordu.

Sonra

Onlara anlatmadım neden yataktan çıkmadığımı. Küçük bir tırtıl gibi büzüştüm yatağımda. Ben hep böyle uyudum yıllarca. Annem geldi.

“Kızım hâlâ uyuyor musun?”

“Hımm, eveet annnee.”

Derin derin nefes aldım. Daha sıkı yumdum gözlerimi.

Bu defa da rüyalarım beni rahat bırakmıyordu. Gece açılıp gündüz kapanan bir parantezdim. Sözler vardı içimde işe yaramayan. Sözlerle konuştum karanlıkla. Bu parantezde oluyordu her şey. Yoksa kolay harcamazdım rüyalarımı, kırmızı çantamda bayram harçlığım olmasa.

Ağabeyimle salonda oturuyorduk. Annem hep ev hanımıydı. Ağabeyimi evlendireceği kızdan bahsedip olası doğacak torununun kreşinden, kolejine her şeyi düşünmüştü. Bir tek ağabeyimi ikna etmesi kalmıştı.

“İtalya’da mı okusun Fransa’da mı?”

“Anne bizim o kadar paramız yok ki.”

Oysa ağabeyim, annem ile kabak dolması arasında kalan boşlukta sürekli kitap okuyordu. Pilav ile karnıyarık ya da, yanına da cacık. Konu komşular, altta ve üstte. Uyuyordum, uyanıyordum babam hep koltuğundaydı elinde gazete ile. Ağabeyimle birlikte onu alıp mutfağa, balkona taşıyorduk. Çünkü televizyon karşısına oturduğunda evde kımıldayacak yer kalmıyordu. Ağabeyim bana bakıyordu ben ona. Sanki ikimizin arasında gizli bir dil vardı. Babamı ve kerevizi uykularımda sevmek istiyordum. “Bana et pişir,” diyordu bu defa da babam. Ben ayrı eve çıkıp vejetaryen olmak istiyordum. Babamın evdeki açlığı sürekli artıyordu. Hep bir şeyler isteyen, istemese de uman, arsız bir ağıza dönüşmüştü.

Ağabeyim okuduğu kitaptan bana bir alıntı yaptı. Üzerine konuştuk. Altını çizdi sonra. Ben de defterime not ettim. Kenarlarını süsledim. Genelde o konuşur ben de dinlerdim. Kalabalıklara konuşmayı severdi ağabeyim. Bol bol konuşurdu. Herkes onu tanırdı. Evde ağabeyimi gerçekten tanıyan bir tek bendim.

Başka kimse haberdar değildi sararmış bıyıklarından.

Sonra

Annem geldi. Baktı baktı. Kalksa da iş yapsa keşke diye. Bu odanın hali ne? Her yer her yerde. Uyurmuş gibi devam ettim. Peh. Peh. Yatakta sanıyordu beni oysa. Ne içerdeydim, ne dışarda aslında.

Gitti. Yemek pişirdi. Temizlik yaptı harıl harıl. Ben uykudayken evin içinde fır döndü. Kalkıp bir kahve koydu kendine. Bu saatlerde yapardı. Başı tutardı yoksa. Evin içinde akreple yelkovan döndükçe tozlanıyorduk. Bezi iyice sıktı. Parmak uçları acıdı. Bileklerinden aşağılara süzüldü sular şapadak. Şak diye yere yapıştı birden. Ovalayıp durdu, saat yönünde çevir babam çevir. İyice ovalayıp tozumuzu aldı. Eskimekten kurtulmuştuk kısa bir süreliğine de olsa. Neyi neden yaptığını bilmiyordu o vakit. Yaptığını biliyordu sadece.

Annem temizlik yaparken benden bir şey istediğinde bozuluyordum. Babama kahve, çay, küllük, gofret, ekmek, poğaça getirirken içim başka dışım başka söylüyordu. Yüzüm başka bir yere dönük. O başka yere bakarken, odama insanlar doluyordu. Çoğu ağabeyimle yaşıt. Hepsini içeri alıyordum. Bol çay içip sohbet ediyorlardı. Duman altı oluyorduk sonra ve çoğu zaman sokaklarda kimden kaçıyorlardı öyle? “İyi ki odam var,” diyordum. Fesleğenimle dertleşiyorduk. Her gün ona rüyalarımı anlatıyordum.

Sonra

“Şu duvarı boyasam” dedim anneme. “Bu renk her yerde karşıma çıkıyor.”

Annem döndü. “Orada duvar yok deli kızım,” dedi. Babam gazetesinden başını kaldırıp bana ters ters baktı. Gidip çatasım geldi. “Boyayacağım,” dedim. Koşa koşa odama gittim.

“O duvar benim. Boyayacağım.”

Fesleğenim de beni destekledi. Tez salık verin dedik, duvar boyanacak.

Derken ağabeyim ortalardan kayboldu. Bir süre haber alamadık ondan. Annemin hastaneleri benim karakolları soruşturmam bir sonuç vermedi. Bir gün kendiliğinden çıkıp geldi. Bir şey anlatmadı. Tekrar gidecek diye ödümüz kopuyordu. Uyandığımda ağabeyim susmuştu. Konuşmadı değil, susmuştu. Bu susma önce geldi, bir ömür sürecek sandım. Bazen sözcüklerin kıyısından çekip çıkartıyordu bir şey. Onları da ben anlamıyordum. Dudak hareketlerine bakıyordum. Ağabeyim başka bir zamana aitmiş gibi duruyordu yanı başımızda. Kaç başka zaman yaşamışız bizim evde. Kaç dil konuşuluyor, belli değil.

Annem hâlâ soğanı kısık ateşte kavuruyordu. Kapı çaldı. Herkes birinin açmasını bekledi. Ben şiriklerimi siliyordum her gün. Ziller birikiyor. Durup durup hepsini birden açmak istiyordum. Uykudayken annem geliyordu, bir daha, bir daha geliyordu.

“Bize değilmiş,” dedi annem.

“Aşağıdan,” dedi babam.

Ben otomatiğe bastım. Bir çocuk geldi sakallı.” Ağabeyin öldü,” dedi. Annem “Kim bunlar kızım?” dedi. “Kızım kim bunlar?” Babam “bunlar da kim?” dedi kafası büyüyüp küçülüyordu konuşurken. Sonra içeriye geçip televizyonu açtı. Öfkemden odama koşup kapıyı örtüp dayadım sırtımı. Sesler sesler sesler yükseliyordu. Ağabeyimin yası, televizyon sesi, annemin sessizliği gelsin istemiyordum. Sızıyorlardı bu defa kapı altlarından, pervazlardan, eşiklerden, bir sinek deliğinden. Beni uykuya çakan neydi? Bu sesler mi? Cenaze çok kalabalık geçti. Ben sanki uyuşmuş gibiydim. Ağlayamıyordum o sıra. Annem doğurduğunu bildiği oğluna daha anlaşılmayacak ağıtlar yakıyordu.

Sonra fıs fıs anlatmaya başladım. Her gün yeni şeyler ekliyordum ağabeyime. Ya da unutuyor muydum? Ben babamı gözetliyordum koltuk köşesinden. Yüzünün yarısı görünüyordu. Anneme bakıyordum sonra, her hali pencereden bakıyormuş gibiydi. Annemle artık her akşam bir saat konuşuyorduk. Bu defa sözcükleri seçip seçip çıkartıyordu kuyusundan. Babam her gün daha mimiksizdi. Her gün aynı ifade oturuyordu koltuğunda. Her gün ağabeyim daha çok ölüyordu. Erguvan olan düşlerimi konuşuyorduk akşamları fesleğenimle. Bir gün eve geldiğimde ise onu bulamadım. Odanın her tarafına baktım yoktu.

Annem onu babama pişirdiği makarnaya koymuştu. Çünkü babam makarnayı sade yiyemezmiş. Günlerce onu düşünüp ağladım. Bir de diş biledim evdekilere. Zıkkımın pekini yesinler istedim. Sonra bir kusma aldı babamı vaz geçtim. Evi çok kokutuyordu.

Bir yandan da takvimleri anlamaya çalışıyordum. Her gün daha çok uyuyordum. Uyanıyordum. Ağabeyim çoktan ölmüş. Kapatıyordum gözlerimi, kapatıyorum gözlerini, çekiyorum çarşafı üzerime, kırk sekiz aralıksız,

Sonra

Bir gün annem saçlarımdan kavradı beni. “Deli kız,” dedi. Deli. Senin ağabeyin yok ki.


*İtalik ile yazılan bölümler Didem Madak’ın Ah’lar Ağacı kitabından alınmıştır.

Öykünün yazarı Şengül Can
1985 Zara doğumlu. Sakarya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. İstanbul’da yaşıyor. İlk öyküsü ve incelemeleri Mavimelek Resimli İnternet Dergisi’nde yayımlandı. Daha sonra Çerçi Sanat’ın kurucuları arasında yer aldı. Sarkaç adlı dosyası Varlık Dergisi’nin düzenlendiği 2013 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne değer görüldü. Sarkaç adıyla Varlık Yayınları’nca kitaplaştırıldı.
Öykü ve inceleme yazıları, Varlık, Özgür Edebiyat, Sıcak Nal, Çerçi Sanat, Sarnıç Öykü, Bugünden Edebiyat, Dünyanın Öyküsü, Öykü Gazetesi, Roman Kahramanları, Edebiyatist gibi dergilerde yayımlandı.






İlgili haberler
GÜNÜN KİTABI: Yıkanmak istiyorum

Yıkanmak istemek, tecavüze uğrayanların gösterdiği ilk tepki. Suna Aras 12 yıl süren röportajlarının...

GÜNÜN KİTAP ÖNERİLERİ: ‘Hatalar Kitabı’ ve ‘Bir Fi...

Çocukları cesaretlendirecek iki kitap önerimiz var.

GÜNÜN ŞARKISI: Ushti Ushti Baba/Ramo Ramo

Güzel Rumeli ezgileri ile merhaba diyelim.