Henüz kazanılamayan adaletin şiiri
İnsan yitirdiğine türkü yakar derler, hatta hiç kavuşamadığına, elinde olmayana. İşte hepimize tanıdık gelecek adalet türküleri, şiirleri...

İnsan yitirdiğine türkü yakar derler, hatta hiç kavuşamadığına, elinde olmayana. Her zaman sevgili değildir yitirilen, kavuşulamayan. Ona vadedilen adaletin peşinde bazen bir türküyle, şarkıyla, bazen bir şiirle döker, gün yüzüne çıkarır içindeki adalet hasretini insan.
İnsan dediğin “adaletin bu mu dünya /ne mal verdin ne yar dünya /kötülerinsin dünya /iyileri öldüren dünya” diyerek bugününden, yarınından ümidi olmayışı, kimilerinin fakir olduğunu kimilerinin de olmadığını görüşü, yârinden ayrı düşüşü nasıl anlatacak, kimden soracak hesabını bilemez bazen...
Bu türküyü yazan erkek olsa da soruyu başka türlü duymamı sağlayanın Selda Bağcan olması bir tesadüf değil. Bir kadının ağzından olunca “adaletin bu mu dünya”nın tüm klasik tariflerin ötesinde başka bir anlamı var çünkü. Başka yitirilmişlikler, henüz kazanılamamışlar, eşitsizliklerin türküsü de şiiri de başka oluyor haliyle.

UY ADALETSİZ DÜNYA GÜCÜN HEP BİZE Mİ YETER?
Derken bir ses daha geliyor kulağımıza derinlerden; sanki bir ağıttan, bir yakarıştan, iç çekişten yükseliyor “uy adaletsiz dünya gücün hep bana mı yeter” sorusu. Farklı biçimlerde defalarca sorduğumuz, defalarca duyduğumuz bir ses. Bezden bebeleriyle, hayallerini bohçasına koyup; annesinin kızı olmayı yarım bırakıp anne olmaya yollanmış, “tarlada ırgat, avrat, hanede hazır hatun”, dağda belinde odunu, fındığı toplarken “ben annemi özledim” diyen bir kadının bir ses. Bir yandan burnumuzun direğini titretirken bir yandan horon teptiren, oynatan bu ses, bir kadının adaletsizliğe isyan eden, içini döken ama yılmadan soran sesi olabilir ancak. Kadının isyanını türküye döken sesi.

SÖZCÜĞÜN ÖTESİNDE, YÜREĞİN ORTASINDA
Adalet arayışı ve adaletsizliğe isyan deyince Roboski’yi düşünmeden geçmek mümkün değil elbet. Hâlâ sorumlularının cezalandırılmadığı Roboski katliamı, sadece ailelerinin, Roboskili annelerin değil toplumsal bir adalet arayışının simgesi. Roboski’yi unutmamak, unutturmamak, hafızaları taze tutmak için, Roboski için, adalet için isyan çığlığı yükselten bir ağıt Bajar’ın “Sî û Çar ‘heb’ (otuzdört ‘adet’)” şarkısı. ‘Adet’le ifade edecek kadar ölüme yabancılaşmayı derinden hissettiren, içimize işleyen şarkı... Ayakkabısında sakladığı elli lirayı büyüttüğü kuşların alıp, uçup Ankara’nın üstüne bıraktığı kardeşine “sınır dediğin üç öğün korku, beş vakit hep… geçilir” diye seslenirken yüreklerden yüreklere atılan çığlık, sadece üzüntüden değil isyandan artık. ‘Adalet’ sözcüğü geçmeden tepeden tırnağa ‘adalet nerde’ şarkısı bu; ‘adalet’i sözlüklerden, yalnızca bir sözcük olmaktan kurtaran sesleniş.

HER ZAMAN HER YERDE BAŞTA ADALET
“Adaletin sırtı dönek” diyen rap şarkılarından “El sırtına binip engeller aşma /Haksız yere öyle çağlayıp taşma /Her zaman her yerde başta adalet” diyen türkülere müziğin her türünde kendini var eden “adalet” kavramı, şiirin de her biçiminde karşımıza çıkıyor.
Ömer Hayyam “evrenin ruhu” olarak tanımlar adaleti. Adalet yoksa evren yoktur. Halk şiirinde ise “adalet” daha çok bir arayıştır. Yoksullukla, eşitlik arayışıyla yan yana. Öyle ya yoksul olandan başkası adaletsizlikten muzdarip olacak değil ya. Pir Sultan Abdal’dan Köroğlu’na, Dadaoğlu’na yoksullukla eş adalet arayışı: “Tahsildar da çıkmış köyleri gezer /Elinde kamçısı fakiri ezer /Yorganı döşeği mezatta gezer /Hasırdan serilir çulumuz bizim” diyenlerin arayışıdır. Köylülerin ezilmesini, toprak adaletsizliğini başka bir dilden Kürtçe’den bugüne ulaştıran Cigerxwîn’in şiirleri gibi.

EKMEK HER GÜN NASIL GEREKLİYSE...
“Gerçek adalet nedir, ne olmalıdır” sorusuna hem bu topraklardan hem dünyadan cevaplar buluruz. Şiirin, şairlerin diliyle. Paul Eluard “Gerçek Adalet” şiirinde adaletin ne olduğuna barışın diliyle cevap verir, barış ve kardeşlik isteğiyle. “İnsanlarda tek zorlu kanun /Savaşlarda yoksulluğa karşı /Kendilerini ayakta tutmaları /Ölüme karşı yaşamalarıdır /İnsanlarda tek güzel kanun /Düşü gerçek yapmaları /Düşmanı kardeş yapmalarıdır…” Özdemir Asaf “insansız adalet olmaz” diyerek cevap verir, adaletin kiminle mümkün olduğuna.
Nasılını da Brecht söyler “Halkın Ekmeği” şiirinde: “Ekmek her gün nasıl gerekliyse /adalet de gerekli her gün, /hem o, günde bir çok kez gerekli. /Sabahtan akşama dek, iş yerinde, eğlencede /hele çalışırken canla başla /kederliyken, sevinçliyken /halkın ihtiyacı var pişkin, bol ekmeğe /günlük, has ekmeğine adaletin /madem adaletin ekmeği bu kadar önemli /onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin? /Öteki ekmeği kim pişiren? /Adaletin ekmeğini de kendisi pişirmeli halkın /gündelik ekmek gibi. /Bol, pişkin, verimli.
Çağlar boyunca aradığımız bu soruya ilk yanıtımızı Sunay Akın’ın gözleri bağlı adalet tanrıçası Themis’ten yola çıkarak yazdığı “Beyaz Adam” şiirinde “Beyaz adam /özgürlük gibi adaleti de /bir kadın heykeliyle simgeledi /ama elinde terazi tutan /zavallı kadın /gözleri bağlı olduğu için /kendisine tecavüz edenin /kim olduğunu göremedi...” ile veriyoruz. Beyaz adamı, onun özgürlük anlayışını, tecavüz edeni biliyoruz. O Kızılderili kadından bugüne, belki çok daha öncesine beyaz adama, beyaz adamın adalet heykeline karşı çıkıyor, gözlerimizdeki bandı çıkarıyoruz. Bazen şiirler yazarak, türküler söyleyerek… Evimizde, sokakta, tarlada, savaşlarda, yollarda, mahkeme kapılarında…

* Ekmek ve Gül dergisi Nisan 2014 sayısında yayınlandı.

İlgili haberler
Adalet tanrıçalarla tecelli etmez

Birçok yerde çıkar karşımıza, elinde terazisiyle adalet tanrıçası. Erkek üstünlüğünün kabul edildiği...

GÜNÜN KARİKATÜRÜ: Eşitlik erkeklere bırakılmayacak...

Günün karikatürü 'Bayan Yanı'ndan gelsin... Sinir bozucu değil mi?

Adalet neden bir kadın adıdır?

Gerçek adalete giden yolun taşlarını döşemek, o adaletin temeline kadınların özgürlüğünü yerleştirme...